“Naaşlar omuzlarda götürülürken on binlerce kişi Allâhuekber diye bağırıyor, kadınlar evlerinin önlerinde, balkonlarda, pencerelerde dilleriyle zılgıt çekiyor, marşlar söyleniyordu. Birden ‘intikam, intikam, intikam, intikam!’ diye bir ses yükseldi. Aman Allah’ım, on binlerce kişi tek bir ağızdan yeri-göğü intikam yeminleriyle inletiyordu. Bu şekilde tekbir ve yeminlerle cenazeyi taşıyan kalabalık, şehrin içinden geçerken Yahudi ve İngilizlerin bulunduğu bir karakolu taş yağmuruna tutup harap ettiler. Herkesin tüyleri diken diken olmuştu. Yoluna devam eden kalabalık karşısına çıkan bir manga İngiliz askerini de linç etmeye kalkıştı. Askerler canlarını zor kurtardılar. Aslında cenazeler kabristana arabalarla götürülecekti. Ne var ki kalabalığın heyecanı buna müsaade etmedi. Beş kilometre yol boyunca omuzlarda taşınan şehitler kabristana ancak 3,5 saatte varabildi. Yıllar sürecek Filistin’in varoluş mücadelesinin ilk kahramanları kanlı elbiseleriyle defnedildiler. Herkesin dilinde iki kelime vardı: İntikam ve Allâhuekber.”
Filistinli yazar Ekrem Zuayter, büyük mücahid İzzeddîn el-Kassâm’ın cenazesini böyle anlatıyordu. Defnedildiği mezarından Filistinlilerin kalbine mücadele azmi ve cihad heyecanı olarak dönecek Şeyh İzzeddîn, kanlara bulanan sarığıyla direnişin de ilk adımını atmıştı.
İzzeddîn el-Kassâm’ın hayat hikâyesi, 1882 yılında, Suriye’nin sahil şehirlerinden Lazkiyye’nin hemen güneyinde bulunan Ceble beldesinde başladı. Mütevazı, ilim ehli ve mütedeyyin bir aileye mensuptu. Baba tarafından dedesi Mustafa Irak’tan gelmiş, ilim-irfan sahibi, itibarlı bir Kadirî şeyhiydi. Yine ilim erbabı olan babası Abdulkadir, medresede müderrislik yapıyor, beraberinde şeriat mahkemesi üyeliğini de yürütüyordu. Annesi Halime, ilimle iştigal eden bir ailenin kızıydı. Tam mânasıyla bir ilim yuvasında büyüyen İzzeddîn el-Kassâm, ilk eğitimini aile ortamında aldı. Ceble civarında tanınan âlimlerin derslerine katıldı, medreselere gitti. 14 yaşına kadar süren bu tahsil hayatında gösterdiği iştiyak, babasını heyecanlandırmıştı. Onun iyi bir âlim olmasını isteyen baba Abdulkadir el-Kassâm, gençliğinin hemen başlarında olan İzzeddîn’i ve diğer kardeşi Fahreddîn’i, Kahire’deki meşhur ilim merkezi Ezher’e göndermeye karar verdi.
1896 yılında Suriye’den bindikleri avcı vapurunun güvertesinde, uzun bir süre ayrı kalacakları memleketlerini son kez seyreden genç ilim taliplerinin yanında, annelerinin diktiği bez çanta içinde bir Mushaf, ufak-tefek bazı kitaplar ve yol harçlığı vardı sadece. Bu sadelik ve tevazu İzzeddîn’i ömrü boyunca takip edecekti. Kassâm kardeşler, Ezher Camii civarında Şamlılar yurduna yerleştiler. Suriye, Mısır gibi ilim merkezlerinde uzak beldelerden gelen talebeler genellikle kendi hemşerileriyle bir arada kalıyorlardı. İzzeddîn için de bu böyle oldu. Yaklaşık 10 yıl kaldığı Ezher’de, klasik İslâmî ilimleri okuyarak ilmî altyapısını geliştiren Kassâm, Mısır’ın karışık sosyal yapısından ve çalkantılı siyasî hayatından da çok etkilendi. Bulunduğu atmosfer onu her açıdan yetiştirdi. O yıllarda Mısır’da, İngilizlere karşı direniş gösteren Ahmed Urâbî Paşa rüzgârları esiyordu. Urâbî Paşa, her ne kadar başarısız olsa da giriştiği mücadele Araplar için bir dönüm noktası olmuştu. Mısır ve Sudan İngilizler tarafından Urâbî Paşa’nın faaliyetleri gerekçe gösterilerek fiilen işgal edildi. Yine de onun başlattığı siyasî ve askerî hareket benzerleri için örnek olacaktı. İzzeddîn’in talebelik günleri de bu siyasî atmosferin gölgesinde geçti. İngilizler ve Osmanlı taraftarlığı, Mısır’ın yerli halkı, yeni yeni baş göstermeye başlayan Arap milliyetçiliği gibi farklı görüşler ve bunlar arasındaki mücadele zihnine çokça ibret tablosu kazıdı.
İzzeddîn el-Kassâm, Kahire’de devrinin önemli isimlerinden dersler aldı. Suriyeli meşhur âlim Ali Tantâvî başta olmak üzere önemli bazı simalarla dost oldu. İyi geçen, verimli bir tahsil sürecinin ardından icazetini alarak memleketine dönen Kassâm, babasının medresesinde müderris olarak göreve başladı. Ardından, kendisine dört güzel evlat verecek ve her koşulda destek olacak Emine Hanım’la evlendi. Aynı günlerde imamı olduğu İbrahim Bin Edhem Camii ve Mansuri Camii’nde vaizliğe başladı. Adeta ilim seferberliği için kolları sıvamıştı. Beldesini kapı kapı geziyor, insanları ilim tahsiline çağırıyor, halkalar kuruyor ve etkili vaazlar veriyordu. Kısa sürede ismi geniş bir çevrede duyulmuştu. Halk uzaklardan gelerek onu dinliyordu. Fakirlikle mücadele için çalışmayı, cehaletle mücadele için ilmi, tembellik ve durağanlıkla mücadele için de cihadı teşvik ediyordu. Ayrıca bu teşvikler sözde kalmıyordu elbette.
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…