Elinde çantası, üzerinde jilet gibi takım elbisesi ile Bağdat’ta bir okul çıkışı karşılaşsanız, ilk bakışta ondan şüphelenebilirdiniz. Gözlüklerinden giyimine ve yüz hatlarına kadar Avrupalı gibi görünen bu öğretmeni, öğretmenliği paravan olarak kullanan bir ajan zannetmeniz mümkündü çünkü. Zira o günlerde Ortadoğu’da çeşitli meslek adları altında cirit atan benzer profilde birçok Avrupalı casus vardı. Yine şöyle iki sandalye çekip onunla birazcık muhabbet etseniz, bütün şüpheleriniz yerini derin bir muhabbete bırakırdı muhakkak. Parlak bir zekâ, gülen bir yüz, tertemiz bir Arapça, İslâm üzerine derin bir birikim… Bu Şamlı beyefendinin ismi Muhammed Ali’ydi. Seneler sonra onun nur yüzlü bir pîr-i fâni iken televizyonda İslâm ahlâkını anlattığını görme imkânınız olsaydı, Bağdat’ta karşılaştığınız o genç adam olduğuna inanamazdınız muhtemelen. Seneler Muhammed Ali’yi çok değiştirse de yüzündeki samimi tebessüm kendini ele verirdi.
Dünya Muhammed Ali’nin bu samimi tebessümü ile ilk kez Şam’da tanışmıştı. Mısır’ın Tanta şehrinden Şam’a gelen bir ailenin mensubu olarak 12 Haziran 1909’da doğduğunda kendini ilmin kucağında buldu. Osmanlı ordusunda imam olan dedesi Ahmed, 1838 yılında ayrıldığı Tanta’ya nispetle “Tantâvî” olarak biliniyordu. Dede Ahmed Tantâvî derin bir İslâmî birikime sahipti ve oğlu Mustafa’yı da kendisi gibi yetiştirmişti. Muhammed Ali’nin babası Mustafa Tantâvî, sonraları Şam’da “fetva eminliği” görevine kadar yükselecekti. Annesi Raife Hanım da meşhur ulema ailesi Hatîblerin kızıydı Küçük Muhammed, babasının ilim meclislerinde hizmet ediyor, misafirlere ikramda bulunuyor, bu arada söylenenlere kulak misafiri oluyordu. Çocukluğunun ilk yıllarını babasının rahle-i tedrisinde ve sürekli ilmin gündem olduğu bir ortamda geçiren Ali Tantâvî, resmî eğitimine babasının da öğretmenlik ve idarecilik yaptığı, halk arasında “ticaret lisesi” adıyla bilinen ve ilkokuldan itibaren öğrenci kabul eden İttihat ve Terakki Mektebi’nde başladı. Çalışkan ve parlak bir öğrenciydi. Okulu haricinde babasının ilim meclislerine de devam ediyordu.
Muhammed Ali ticaret lisesinde okurken dünya, tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan birine doğru sürükleniyordu. O günlerde Suriye’de hüküm sürmekte olan Osmanlı da savaşa bigâne kalmamıştı. Silahlar sustuğunda, Orta doğu Osmanlı’nın elinden tamamen çıkacaktı. Savaşın gölgesinde eğitimine devam eden Ali Tantâvî, okulu kapanınca önce Sultâniyye okuluna, oradan Çakmakiyye medresesine, nihayet Suriye’nin en büyük liselerinden Mekteb-u Anbar’a geçti.
Suriye’de Osmanlı sonrası yönetim evvelâ İngilizlere geçmiş; idareyi bölgede kendilerinin lehine faaliyet gösteren Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’a bırakmışlardı. 1920 yılının başlarında resmen “kral” olan Faysal’ın Suriye hükümranlığı çok kısa sürecekti. Fransızlar İtalya’nın San Remo şehrinde gerçekleştirilen konferansta alınan kararlar doğrultusunda Suriye’yi ele geçirmek için kolları sıvamıştı. Her ne kadar Araplar bu işgale direnseler de Ali Tantâvî’nin hatıratında değindiği şekilde “Suriye için bir dönüm noktası olan” Meyselûn Savaşı’nda (24 Temmuz 1920) Fransızlar galip geldi. Kral Faysal yönetimden uzaklaştırıldı ve Suriye Fransız mandası altına girdi. Manda yönetimi, Muhammed Ali’nin hayatında derin izler bırakacaktı.