Tarihe isimlerini altın kalemlerle yazdıran büyük zatlar, zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin unutulmadıkları gibi, son derece değerli eserleriyle ikinci hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar. İlahileriyle ilahî aşkın en güzel tarifini yapan ve bu özelliğiyle gönüllerde taht kuran Yunus Emre’miz, vefatından bu yana 700 yıl geçtiği halde bugün de kalpleri fethetmeyi sürdürüyor.
Sadece Yunus Emre mi, Hacı Bektâş-ı Velî ve Hazreti Mevlânâ gibi ilim ve irfan abideleri de aynı yolun aziz rehberleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Selçuklu’nun son döneminde, Osmanlı’nın ilk yıllarında yaşayan bu zatlar ve benzeri diğer kalem ve kelam erbabı için hiç tereddüt etmeden “köprü insanlar” ifadesini kullanabiliriz.
Osmanlıların son zamanlarında, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da işte böyle köprü insanlara, şanlı mazimizin kültürel mirasını yeni nesillere tanıtmak için azami gayret gösteren kalem sahiplerine -hem de mebzul miktarda- rastlıyoruz. Evet, Mehmet Âkif Ersoy, Babanzâde Ahmed Naim, Ali Emîrî Efendi, İsmail Fenni Ertuğrul, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hasan Basri Çantay, İbnülemin Mahmud Kemal İnal vb. gibi pırlanta isimleri son devrin vefakâr, fedakâr ve çilekeş âlimleri diye nitelendirebiliriz.
Şimdi bunlardan “son” isim olan İbnülemin Bey üzerinde biraz duralım. Son kelimesini tırnak içine alışım sebepsiz değil. Hemen belirteyim ki, üstadın en meşhur biyografileri “son” kelimesiyle başlıyor. Osmanlılar Devrinde Son Sadrıâzamlar, Son Asır Türk Şâirleri, Son Hattatlar ve Son Asır Türk Mûsıkişinasları gibi…
Biliyor musunuz, bu isimler adı geçen eserlere son anda verildi. Aslında Son Sadrıâzamlar’ın asıl adı “Kemalü’s-Sudûr”, Son Asır Türk Şâirleri’nin “Kemalü’ş-Şuarâ”, Son Hattalar’ınki de “Kemalü’l-Hattâtîn” idi. Bu eserlerin ilk yayınlarında büyük katkısı olan devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in sürekli ısrarı da böyle bir isim değişikliğinde rol oynadı. Her biri kendi sahasında tam bir hazine olan bu eserler hakkında aşağıda birkaç cümle daha söyleyeceğim. Şimdi, üstadı özellikle genç kardeşlerime kısaca tanıtmak istiyorum.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal 1870’de İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, Yusuf Kâmil Paşa’nın mühürdarı Seyyid Mehmed Emin Paşa, annesi ise Hamide Nergis Hanım’dır. Ahmed Tevfik, Mehmed Selim ve İsmail Hakkı isimleriyle üç kardeşi daha vardır. Bunlardan sonuncusu çok küçük yaşta vefat etmiştir. Mahmud Kemal Bey’in modern anlamda sistemli bir tahsil hayatı olmadı. Diğer bir ifadeyle yarı resmî eğitime tabi tutuldu. Onun asıl ilim hayatı özel hocalardan aldığı derslerle başladı. Bu özel hocaların arasında Mehmed Âkif’in babası Temiz Tahir Efendi, Trabzonlu Hoca Hüsnü Efendi ve Tahsin Efendi gibi seçkin isimler bulunuyor. Onun asıl ayırıcı özelliği -hem de mükemmel mânâsıyla- kendi kendini yetiştirmiş olmasıdır. Evet, bir “titr” sahibi değildi ama ilmî müktesebatının karşısında nice ordinaryüs profesörler el pençe divan duruyorlardı. Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç, Ord. Prof. Kâzım İsmail Gürkan, Ord. Prof. Süheyl Ünver, Ord. Prof. Sadi Irmak bunlardan bazılarıydı.
Mahmud Kemal Bey, sadaret makamının, diğer adıyla Bâbıâli’nin çeşitli kademelerinde önemli görevlerde bulundu. Ayrıca Süleymaniye Camii’nin yanı başında, eski ismiyle Evkaf-ı İslamiye Müzesi’ni, yeni adıyla Türk-İslam Eserleri Müzesi’ni kurdu ve 1935’de buradan emekli oldu. O yıllarda hac farizasını yerine getirdi.
Devamı Derin Tarih Mayıs Sayısında…