Vaktini üçe ayırırdı. Günün büyük bölümünde ibadet ve zikirle meşgulken, sonra talebelerine zâhirî ve bâtınî ilimleri öğretirdi. Üçüncü bölümündeyse alın teriyle geçimini sağlamak üzere tahta kaşık ve kepçe yapıp satardı. Bir rivayete göre, hâlden anlar bir öküzü vardı. Öküzün sırtına bir heybe asar, içine de yaptığı kaşık ve kepçeleri koyup Yesi (bugünkü Türkistan) çarşısına salıverirdi. Kim kaşık ve kepçeden alırsa ücretini heybenin gözüne bırakırdı. Ücretini vermeyen olursa öküz o kimsenin peşini bırakmaz, nereye gitse ardından giderdi. Tâ ki adam ücreti heybeye koyana kadar… Akşam olunca da sahibinin evine gelirdi.
Daha çok menkıbeleriyle tanıdığımız, 12. yüzyıldan bugüne eskimeyen hikmetli dersler aktaran Ahmed Yesevî, yakından tanımamız gereken şahsiyetlerin başında geliyor.
Bugün Kazakistan’ın Çimkent şehri yakınlarında yer alan Sayram kasabasında dünyaya gelmiş. Dinîtasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra yine o bölgedeki Yesi şehrine yerleşmiş, uzun yıllar halkı irşad ettikten sonra burada vefat etmiş. Babası İbrahim Şeyh, Sayram ve civarında müridleri olan tanınmış bir sufiydi. Anne ve babasını küçük yaşta kaybeden Ahmed, bir süre Otırar’daki Arslan Bâb isimli şeyhin yanında eğitim gördü. Onun vefatı üzerine başka şehirlerde eğitimine devam etti.
Devamı Derin Tarih’in Şubat sayısında!