Ermeni komitacılar Osmanlı toprakları üzerinde kurmak istedikleri devlete en büyük engel olarak gördükleri Sultan II. Abdülhamid’i ortadan kaldırmak istiyordu. Bir suikast tertibine karar verdiler. Her ayrıntısı inceden inceye hesaplanan suikast, padişahın mutat cuma selamlığı sırasında yapılacaktı. Padişahın geçeceği yola konulan bir bombalı araç, her cuma olduğu gibi sultanın camiden çıkıp arabaya bindiği anda tam 1 dakika 42 saniye içinde patlayacaktı. 21 Temmuz 1905 Cuma günü Yıldız Camii’nden çıkan II. Abdülhamid, Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin bir sorusu üzerine biraz gecikince, bomba erken patladı. Sultan suikasttan en ufak bir yara almadan kurtulmuştu.
İç ve dış kamuoyunda büyük yankı uyandıran bu suikast üzerine şiirler de kaleme alındı. O günlerde buhrandan buhrana savrulan Tevfik Fikret suikastın başarısız oluşunu üzüntüyle karşılamıştı. “Bir lahza-i taahhür” adlı şiirinde hezeyanlarına yer veren şair, suikastçıyı “şanlı avcı” olarak tavsif etmiş, başarısız netice üzerine yaşadığı hayal kırıklığını dile getirmişti. Aynı günlerde Mısır’da da yankılanan suikast haberi Tevfik Fikret’in muasırı başka bir şairin zarif gönlünde çok daha farklı hisler uyandıracaktı. Sultanın kurtuluşuna çok sevinen o şair, duygularını şöyle dökmüştü mısralara: “Geçmiş olsun Ey Müminlerin Emiri, senin kurtuluşun yüce din için de bir kurtuluştur… Hz. Peygambere, Kur’an’a ve Müslümanlara da geçmiş olsun, senin hayatın onlar için de hayattır…” Bu mısraların sahibi Osmanlı ve hilafet aşığı, Arapların son dönemdeki en meşhur şairi Ahmed Şevkî’den başkası değildi.
Ahmed Şevkî 16 Eylül 1870’de Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın Kahire’deki sarayında hayata gözlerini açtı. Ailesi dedesinden itibaren Kavalalıların hizmetinde bulunmuş, itibar sahibi insanlardı. İsmini aldığı baba tarafından büyük dedesi Ahmed Şevkî Bey, Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminde yaşayan yüksek seviyeli bir memurdu. Babaannesi, nezaketiyle tanınan ama yine de sert mizaçlı Çerkes bir hanımdı. Anne tarafından dedesi Ahmed Halim en-Necdeli, Niğde’den Kahire’ye göçmüş bir Türk’tü. Anneannesi ise Mora savaşında esir edilmiş, daha sonra Kavalalı İbrahim Paşa tarafından azat edilmiş bir cariyeydi. Ahmed Şevkî’nin ailesinin etnik yapısı adeta Osmanlı toplumunun renkliliğinin bir özeti gibiydi. O bu durumu, yazdığı divanın önsözünde şöyle ifade eder: “Ben bir Arab, Türk, Yunan ve Çerkesim. Dört asıl, bir dalda toplanmıştır.”
Hem babası hem annesi tarafından varlıklı ve seçkin bir ailenin çocuğu olan Ahmed Şevkî, bu rahatlığın gölgesini ömrü boyunca üzerinde hissedecekti. Üç yaşında anneannesi tarafından Hıdiv İsmail Paşa’nın himayesine verildi, onun sarayında kültürel ve ilmî açıdan iyi bir şekilde yetişti. Dört yaşında mahalle mektebinde başladığı ilk ve orta düzey tahsilini 1885’te bitirdi. Aynı yıl Kahire’de yeni açılan hukuk mektebine başladı. Fakat hukukla yıldızı pek barışmadı. Fıtratına daha uygun gördüğü tercüme bölümüne geçmeye karar verdi. Bu tercih hayatının güzergâhını bütünüyle değiştirdi. Kendisi de bir şair olan Arapça hocası Şeyh Muhammed Besyunî, şiir yeteneğini fark ederek onu bu yönde teşvik etmişti.
1887’de tercüme bölümünden mezun olduğunda Ahmed Şevkî artık Fransızca ve Türkçeyi iyi derecede bilen, Arapçanın da derin vadilerinde gezinecek kadar dile hâkim, çiçeği burnunda bir şairdi. Mısır’ın meşhur gazetelerinde şiirleri yayınlanmaya başlamıştı. Özellikle El-Vekai’ul Mısriyye gazetesinde yayınlanan ve Hıdiv İsmail Paşa’nın oğlu Tevfik Paşa’yı övdüğü şiirler dikkat çekti. Daha sonraları babasının azliyle Mısır hıdivi olacak Tevfik Paşa, Şevkî’yi önce sarayında bir memuriyete tayin etti, ardından masrafları özel hazinesinden karşılanmak üzere onu edebiyat ve hukuk tahsili için Fransa’ya gönderdi.
Devamı Derin Tarih Ekim Sayısında…