Sâdâbâd, Asya’dan Avrupa’ya yayılmış bir bahçe zevkinin İstanbul’da uygulanışının güzel bir örneği idi. Tarihçilerden Çelebizade’nin ifadesine göre, Sâdâbâd’dan Baruthane’ye kadarki arazide 170 kadar muhtelif köşk ve kasır inşa edilmişti. Bu zenginlik ve güzellikten Hasbahçe’nin bakımsız bir kısmı dışında hiçbir şey kalmamıştır. III. Ahmed’in sarayının dışını gösteren bazı minyatür ve gravürlere de rastlıyoruz. Ayrıca bu sarayın genel çizgilerini veren bir krokiden başka, iç taksimatını gösteren mükemmel bir plan ve açıklaması bulunmaktadır. Bu orijinal belge Viyana’da muhafaza ediliyor.
Bu ihtişam devrinin ömrü uzun sürmedi. 1730 yılında patlak veren Patrona Halil ayaklanması, bir anda bu eserleri kan ve ateş içinde silip süpürdü. Nevşehirli İbrahim Paşa’nın cesedi sokaklarda parçalanırken, İstanbul’un ayak takımı arasından çıkıp isyanın elebaşlarından olan ve bu sayede İstanbul kadılığı mevkiini kapan Deli İbrahim adındaki bir şahsın içtihadı ile Sâdâbâd köşklerinin yıkılmasına karar verildi.
III. Ahmed’in yerine padişah olan I. Mahmud buna razı değilse de, muazzam bir servete mâl olan bu köşk ve kasırların asiler ve çapulcular tarafından yıktırılmasına boyun eğmek zorunda kaldı. Üç gün içinde Kâğıthane yok edildi. Köşklerin arsalarıyla etraflarındaki lâle bahçeleri bağ ve bostan haline getirildi. Sâdâbâd’ın bu parlak devrinden zamanımıza kadar gelen hatıralar, derenin kanalları, mermer bendin parçaları ve bunun karşısındaki “Çeşme-i Nur” adındaki küçük zarif çeşmedir.