Araba Sevdası başta olmak üzere yazdığı manzum ve mensur eserlerle edebiyat tarihimizin en kayda değer isimlerinden olan Recâizâde Mahmud Ekrem’in hayatı, gösterişli edebî kariyerinin yanında acı dolu anlara da sahne olmuştur. Bunların şüphesiz en ağırı, oğlu Nijad Ekrem’i henüz 15 yaşında kaybetmesidir. Recâizâde’nin, yüreği yanan bir babanın hisleriyle kaleme aldığı ve hem manzum hem mensur bölümleri olan Nijad Ekrem eseri, edebiyat tarihimizin hatırat türünde verilmiş ilk önemli örneklerindendir.1 Yaşadığı şiddetli travmayı güçlü kalemiyle satırlara işleyen Recâizâde’nin bu eseri eşliğinde, oğlu Nijad ile geçirdiği günlerden Küçüksu’daki kabristana uzanan hayatının bu hüzünlü kesitine yakından bakalım.
Recâizâde Mahmud Ekrem, babasının -bugün de ayakta olan- Vaniköy’deki yalısında gözlerini açar. Babası Mehmed Şâkir Recâi Efendi, eskilerin hezarfen dediği, on parmağında on marifet bir zattır. Şiir yazar, ney üfler; güçlü bir hattattır, Takvimhâne nâzırlığı gibi devlet görevlerinde bulunmuştur. Kendisine nispetle Recâizâde ismini kullanan oğlu Mahmud Ekrem’in yetişmesinde de büyük katkıları olmuştur. Nitekim Ekrem bir gün, o zamanlar üç yaşında olan oğlu Nijad ile birlikte Eyüp’te babasının kabri başına gittiği vakit şunları söylemiştir: “Mehmed Recâi ile yirmi beş yıldan ziyade bir arada bulunduk. Ben ona yalnız muti ve hürmetkâr bir oğul değil idim. O da bana yalnız müşfik, vazifeperver bir baba değil idi. Biz birbirimizin muhibbi, hemdemi, mahremi idik. Biz birbirimizi çok severdik. O dünyadan gidince ben pek yalnız kaldım. Hayattan hoşlanmamaya başladım. Sonra Allah seni bana ihsan etti. (…) O bana vaktiyle ne idiyse şimdi ben de sana öyleyim.”
Recâizâde, oğlu Nijad ile kurduğu ilişkiyi babasından tevarüs etmiştir. Bunun yanında, babası ile arasında sanki bir kader birliği de vardır. Recâi Efendi de ilk eşi ve iki çocuğunu kaybetmiştir. Recâizâde onun ikinci eşi Râbia Adviye Hanım’dan olan oğludur.
Nijad Ekrem ise babasının İstinye’de vapur iskelesine bitişik, önü parmaklıklı, ufak bahçesinde manolya ve çam ağaçları olan beyaz yalısında gelir dünyaya. Henüz dokuz yaşına bile basmadan Fransızcayı ciddi anlamda öğrenmiştir. Öyle ki babasıyla gezilerinde bazı cümleleri Fransızca kurmaktan da geri durmaz. Büyükada’da gördüğü Rum çocuklarıyla onların dilinden konuşması, bu dili de yeter derecede öğrendiğine işaret etmektedir. Yazdığı mektuplardan Türkçesinin de iyi olduğu anlaşılan Nijad, resme de alaka duyar. Bütün bunlar onun küçük yaşta büyük bir fıtrata sahip olduğunun delilleridir.