Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, Avrupa ve Afrika’yı Asya’ya bağlayan, tarih boyunca Akdeniz siyaset ve ticaretinde mühim rol oynamış konumdadır. Nitekim Akdeniz’e hâkim olmak isteyen her büyük devlet mutlaka Kıbrıs’a da hâkim olmak istemiştir. Romalılar, Osmanlılar ve İngiltere’nin farklı dönemlerde adaya sahip olması bunun en bariz tezahürüdür. Eski Dünya’yı fetheden Osmanlılar için 1489’dan beri Venediklilerin elinde bulunan ada kilit bir noktayı teşkil etmekteydi. Venedikliler selefleri Kıbrıs kralları gibi önceleri Memlûklere vergi veriyordu. Memlûklerin yerine kaim olan Osmanlılara da bu vergiyi vermekten imtina etmemiş, hatta Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettikten sonra Kahire’de iken Kıbrıs’ın haracını almak üzere dört kayıkla silahdarlar kethüdası Ali Ağa’yı adaya yollamıştı.
1521’de Rodos adasının Osmanlılar tarafından fethi, Venediklileri fevkalâde telaşa düşürmüş; bundan sonra sıranın kendilerine geleceği zannıyla adayı tahkim etmeye başlamışlardı. Fakat beklenilen olmamış, Osmanlıların öncelik sırasını başka işler almıştı. Lakin Venedikliler Kıbrıs hakkında endişelenmekte pek de haksız sayılmazdı. Zira iki ada, Türk İmparatorluğu’nun ileri hedefleri için vazgeçilemezdi. Bunlardan biri Girit, diğeri de Kıbrıs’tı. Suriye ve Mısır fethedilip Kuzey Afrika’nın en mamur kısmına sahip olduktan sonra, yol üzerindeki korsan gemilerinin melcei olan Girit çok sonraları bin bir gayretle alınacaktı.
Ancak Suriye ve Anadolu sahillerine pek yakın olan Kıbrıs, korsanlar tarafından bir üs olarak kullanılıyor, mütemadiyen Müslüman ticaret gemilerine saldırılıyor, hacca gidenlere tecavüzde bulunuluyordu. Kimi zaman Müslümanların malları gasp edilirken, kimi zaman da kendileri hapsedilmekteydi. Osmanlı Devleti’nin hadiseleri her protesto edişine karşı ise Venedikliler adada yuvalanan Malta korsanlarını suçlamaktaydılar.
Kıbrıs’ın stratejik ehemmiyeti yanında daha evvel Müslümanlarca fethedilmesinin de sefer kararında tesiri vardı. Sefer için fetva istenen devrin şeyhülislamı Ebussuud Efendi bunu açıkça belirtmektedir. Kâtip Çelebi bu hususu, Tuhfetü’l-kibâr fi esfâri’l-bihâr adlı eserinde, “sefer lâzım gelüb Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den istifta olundukta bu veçhile fetva virdiler” diye kaydeder. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in (sas) cihat duasına mazhar olan, Hala Sultan diye bilinen Ümmü Harâm’ın türbesinin Kıbrıs’ta bulunması fethin manevî sebeplerindendi. Zira Kıbrıs’ın fethinden sonra Osmanlı donanması Larnaka Körfezi’ne demir attığında Hala Sultan’ı 21 pâre top atışıyla selamlamış, fetihten sonra da kabrinin üzerine bir türbe, etrafına tekke inşa ettirmişti.
Bazı Batılı kaynaklarda aklen ve mantıken kabulü gayr-i kabil olan bir iddia vardır ki, o da II. Selim’in Kıbrıs’ı çok kaliteli şarapları olduğu için almak istediği yönündedir. Güya Kıbrıs kralı olmak isteyen Nakşa Dukası Yasef Nasi kendisini bu konuda teşvik ve tahrik etmişti. Bu tip komik iddialar, artık itibarını çoktan kaybetmiş olan Avusturyalı tarihçi Joseph Von Hammer gibi isimlerin kitaplarında geçmektedir. Kıbrıs’ın fethinin dinî, siyasî ve iktisadî sebepleri ortada iken böyle ucuz yorumlar meselenin ehemmiyetini kaybettirmektedir.
Nihayet 1570 yılında Türk ticaret gemilerine tecavüz eden korsanların Kıbrıs’a sığınması bardağı taşıran son damla oldu. Venedik’e gönderilen elçi Kubat Çavuş, Osmanlı İmparatorluğu adına Venedik’e ültimatom verdi. Venedik Devleti bu ültimatomu reddedince de Kıbrıs Seferi başlatıldı.