30 Ekim 1918 akşamı, Çanakkale açıklarındaki Limni Adası’nın Mondros limanında Osmanlılar ile İngiltere tarafından temsil edilen İtilaf Devletleri arasında Devlet-i Âliye-yi Osmaniye’yi fiilî olarak tarihin geri dönülmez dehlizlerine gönderen bir anlaşma imzalandı: Mondros Mütârekesi. Osmanlı Devleti adına Bahriye Nâzırı Rauf Bey’in imza koyduğu anlaşma, Mondros limanına demirlemiş olan İngiliz donanmasına ait Agamemnon isimli zırhlı gemide yapılmıştı. Kolaylıkla tahmin edilebilir, anlaşmanın imzalandığı geminin isminin “Agamemnon” olması tesadüf değildi.
İngilizlerin İstanbul’u ya da Yunanların Bursa’yı işgalleri esnasında yaptıklarından anlaşılabileceği gibi, Batılılar Osmanlı ülkesini işgal ederken asırlara dayanan bir aşağılık duygusuyla tarihe gönderme yapıyor, “intikam için geri döndüklerini” ima ediyorlardı. Mondros’ta yaşanan da tam olarak buydu. Batı bilincinde ilk Doğu-Batı hesaplaşması olarak kodlanmak istenen Troya Savaşı’nı kazanan Batılı Akhaların komutanı Mykenai Kralı Agamemnon, bir İngiliz gemisinde tecessüm ederek geri dönüyor ve “Troyalıların varisi olup İstanbul’u fetheden Türklerden” intikam alıyordu. İyi de Türklerin Troya ya da Troyalılarla ne ilgisi vardı? Bakalım.
Yunan mitolojisine bakılırsa, tanrılar arasındaki bazı anlaşmazlıklardan kaynaklanan uzunca bir gerilimin ardından MÖ 5. yüzyılda Batı’dan gelen Akhalar Troya’ya saldırmış ve günümüzde Çanakkale dolaylarında olan Anadolu coğrafyasının Batı ucundaki kenti kuşatma altına almışlardı. İyonyalı ozan Homeros, İlyada adını verdiği destanında hikâyeyi olabildiğince ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Yıllarca devam eden kuşatma nihayetinde “tahta at” hilesi ile şehri ele geçiren Akhaların zaferi ile sonuçlanmış ve Troya yerle bir edilmişti. Batı dünyasının Doğu karşısında elde ettiği bu ilk zaferin destansı öyküsü, kendilerini Akhaların varisi olarak gören Batılıların “medenî” ve “barbar” kavramları etrafında şekillenen dünyaya bakışlarını da biçimlendiren kurucu anlatıya tekabül eder.
Troya Savaşı’nı bir çeşit tarihî başlangıç olarak kavrayan medeni Batı, hem kendisini hem de “öteki”ni bu başlangıç zemini üzerinden inşa etmeyi alışkanlık haline getirmiş, söz konusu savaş üzerinden geliştirdiği intikam retoriğini tarihi kavrama aracına dönüştürmüştür. Bunun sonucunda gerek kendisini hedef alan Doğu’nun ileri harekâtlarını, gerekse kendisinin Doğu’ya dönük taarruzlarını Troya’dan hareketle ele almıştır. Dolayısıyla da ortaya şaşırtıcı olmayan bir döngü çıkmıştır: Troya’nın intikamı ve Troya’nın intikamının intikamı. Örneğin Troya’dan kurtulmayı başaran Aeneas İtalyan Yarımadası’na giderek Roma’yı kurduktan sonra Yunanları mağlup ederek Troya’nın intikamını almış, fakat Konstantinopolis’in başkent oluşunu takip eden süreçte Roma’nın Yunanlaşması ile intikam döngüsü bu sefer geriye doğru işleyerek Troya’nın intikamının intikamına dönüşmüştür.