Sinemacıların gözü her yıl olduğu gibi bu yıl da Mayıs ayının son iki haftasında gerçekleştirilen ve adını Fransa’nın güneyindeki Cannes şehrinden alan Cannes Fim Festivali’ndeydi. 2021 yılının büyük ödülünü transhümanizm konulu bir filmin almasının ardından, akıllara ‘festivalin bugüne dek bağımsız ve sanat öncelikli filmlerle öne çıkan seçkileri yerini küresel düzenin sözcülüğüne mi bırakacak’ sorusu gelmişti.
Bu yıl 75’incisi düzenlenen festival bünyesinde pek çok tartışmalı karar olsa da en dikkat çeken olay, Ukrayna-Rusya savaşından hareketle Putin hükümetinden hibe almış sinemacıların filmlerine yarışma seçkisinde yer verilmeyeceğinin duyurulmasıydı. Festivalde Ukrayna filmlerine ayrıcalık tanınmasının yanı sıra Zelensky’nin festivalin açılış töreninde salona video konferans yoluyla bağlanarak yaptığı konuşmasıyla dakikalarca alkış alması Cannes’ın tarafsızlığına gölge düşürdü. Açılış konuşmasında sözlerine “size bir hikâye anlatacağım” diye başlayan Zelensky’nin “sinema ve savaş arasındaki yakın bağ” üzerinde durması da sinemanın ne denli güçlü ve politik bir araç olduğunu bütün dünyaya bir kez daha ispat etti.
Film endüstrinin Rusya-Ukrayna hattındaki bu politik tutumu ilk olarak Amazon’un sahibi olduğu IMDB adlı film oylama platformunun Rus asıllı usta yönetmen Tarkovsky’nin filmlerini en iyi 250 listesinden çıkarttıklarını ilan etmesiyle başlamıştı. Tarkovsky’i sembolize ederek Rusya’ya ambargo uygulayan Batı’nın ilk savaşı neden sinema üzerinden ve özellikle Tarkovsky filmleri üzerinden başlattığı da üzerinde düşünülmeye değer bir konu.
Sinemanın doğuşunun küreselleşmenin tohumlarının atıldığı döneme denk gelmesi ve zamanla sanat olarak kabul edilmesiyle bu teknik gelişme güçlü bir propaganda aracına dönüştü. Dolayısıyla 100 yıllık tarihi olan bu araç, asker cepheye gitmeden cephede olan ve savaş bitse bile savaşmaya devam eden stratejik bir güç haline geldi. Bu gerçeklik üzerine sinemanın filozofu Tarkovsky de endüstriyle sanat arasındaki ayrımı yıllar öncesinden yapmış, kendi sinema kodlarını endüstrinin dışında kurmuş, dolayısıyla seveni kadar sevmeyeni de olan bir isim haline gelmiştir.
Mike Wayne’nin “İki üç kişinin cebi için değil, yüz elli milyon insanın kafası ve yüreği için filmler yapan bir sinema endüstrisi düşleyin. Özel kâr çıkarına dayanmayan, çoğunluğun ihtiyaçlarına cevap veren bir sinema. Böyle bir sinemayı tahayyül etmek bile zorken, Sovyet sineması incelenirse bunun imkansız değil, çoktan gerçekleştirilmiş olduğu görülür” sözünde işaret ettiği gibi Tarkovsky de Sovyet dönemi yönetmenlerinin pek çoğu gibi insanların kafası ve yüreği için sinema yapmıştır. Onu Sovyet sinemacılardan ayıran en önemli özelliği ise inancına yani köklerine bağlılığıdır. Bu bağ sebebiyle kendi ülkesinde de uzun yıllar sansüre maruz kalmış ve anlaşılamamıştır. Ona göre sanat, “insanın manevi bir varlık olduğunu, sonsuz ve kudretli bir İlah’ın bir parçası olduğunu ve sonunda tekrar O’na döneceğini hatırlatmak için var.” Dolayısıyla o, üç beş kişinin cebinin dolması için çekilen filmlerden oluşan endüstrinin çok ama çok dışında.