Genel olarak Endülüs toplumunu, dolayısıyla devletini hem İber Yarımadası’nda hem de çevre coğrafyada bulunan rakip veya düşman unsurlara karşı zayıf düşüren ve bu suretle gerileten etkenler, sonuçları itibarıyla büyük ölçüde Endülüs siyasî tarihinin son halkasını teşkil eden Nasrîler, Ahmerîler veya Gırnata Sultanlığı gibi farklı şekillerde anılan devletle görünür hale gelse de, kökenleri Emevî hanedanının (756-1031) son dönemine (976-1031) kadar uzanmaktadır. Ancak bu yazıda yöntem olarak, toplumsal zaafları doğuran tarihî sürece ve bu süreç içerisindeki mühim olay ve olgulara, siyaset bilimi ve sosyoloji prensipleri ile medeniyet tarihinde süreklilik arz eden gerçeklikler üzerinden yaklaşmayı tercih ettiğimi belirtmeliyim.
Bu bağlamda Endülüs toplumunu rakip veya düşmanları karşısında zayıflatıp gerileten etkenleri üç başlıkta toplamak mümkündür:
1: Toplumsal varoluş biçimlerine bağlı olarak oluşan dahili ve harici etkenler
İlk sırada bedevî-hadarî ya da göçebe-şehirli veya barbar-medenî şeklinde ayrılan hayat biçimleri arasındaki belirgin farklılıklar gelmektedir. Bunlar ve tarihî sürece etkileri hacimli bir kitabın konusu olacak kadar kapsamlı olmakla birlikte, biz bunlar arasından öne çıkan birkaç hususa değineceğiz. Mesela fizik ve silah gücünün egemeni belirlediği geleneksel dünyada, şehir merkezli medeniyet ya da toplumsal yapı kuran tüm hadarî/medenî/şehirli toplumların en ciddi sorunu bedevî/göçebe/barbar kavimlerin yağma ve saldırılarına karşı kendilerini savunabilmekti. Bu olguyu Sümerlerden Çin’e, Mısır’dan Roma İmparatorluğu’na, Abbâsîlerden Hindistan’a, Safevîlerden Osmanlılara kadar insanlık tarihinin bütün evrelerinde müşahede etmek mümkündür.
Bilinen bir husustur ki bu karşılaşmada genellikle şehirliler direnemez, kendini savunamaz ve mağlup olurlardı. Çünkü göçebe veya bedevîler çetin tabiat şartlarında yaşadıklarından dolayı zorluklara karşı daha dayanıklı ve savaşçı karaktere sahiplerdi. Buna karşın şehirli toplumlar, konforun getirdiği hareketsiz ve tehlikesiz hayatın neticesi olarak, daha dayanıksız ve barışçıl bir yapıda olurlardı. Bu sorunu bazen göçebelerden ücretli asker istihdam ederek, bazen de onlara haraç ödeyerek aşmayı denemişlerdir. Bu şekilde hem göçebeleri ehlileştirerek kendileri için zararsız hale dönüştürmeyi hem de kendi emniyetlerini garanti altına almayı hedeflerler. Ancak bu uygulama her zaman beklenen neticeyi vermeyebiliyordu. Çünkü medeniyet havzalarının çeperinde göçebeler var olduğu müddetçe, göçebe ve şehirli toplumların karşı karşıya gelmeleri kaçınılmazdı ve bu kısırdöngü bir türlü aşılamıyordu.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…