Gördükleri manzara, New Jersey’deki küçük Rutherford bölgesinin sakinleri için şaşırtıcıydı. Karşılarında konferans veren komşuları, alışık olmadıkları bir kıyafet giymiş, çeşitli madalyalarla süslenmiş, bıyığından ayakkabılarına bu toprakların hiç aşina olmadığı bir tarza bürünmüştü. 1902’de İstanbul’dan dönüşünün hemen ardından, kafasında fesi, üzerinde uzun entarisi, ayağının tozuyla Amerikalılara İstanbul’u ve Türklerin hayat biçimlerini bizzat yaşayarak anlatan bu adam, muhtedi Alexander Russel Webb’den başkası değildi. O konuşurken, kızı yan tarafta yine Türk kıyafetlerine bürünmüş, piyanoyla Türk marşları çalıyordu. Yerel gazetelerin, Osmanlı sultanının kendisine verdiği tüm hediyelere rağmen, güzel ve mütevazı bir şahsiyet olarak tasvir ettikleri Webb’in Türklere olan sevgisi yalnızca bu sahnede konuştuklarından ibaret değildi, kitaplara da taşmıştı. Presbiteryen Kilisesi’ne sadık Hıristiyan bir ailede başlayan hayatı, onu birçok sürprizle Amerikan vatandaşı bir Osmanlı yapmıştı. O Amerika’daki İslâmî faaliyetlerin ilk önemli müteşebbisi olmakla beraber yine aynı ülkedeki Türk Misyonunun da en önemli isimlerinden biriydi.
Alexander Russel Webb, 20 Kasım 1846’da Nelson Webb ve Caroline Elizabeth çiftinin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Anglosakson olan ailesi önce New England’a daha sonra da New York’un Hudson kasabasına yerleşmişti. On kardeşin dördüncüsü olan Webb’in babası yerel bir gazetede editörlük yapıyordu. Baba Webb, inancında katı bir Hıristiyan’dı ve oğlunun da bu şekilde yetişmesini istiyordu. Bu yüzden, onu erken yaşlarından itibaren, dinî eğitim alması için Presbiteryen kilisesine, pazar okuluna göndermişti. Presbiteryenler Protestan mezhebini reforme etmiş bir cemaatti. Kendi ifadesiyle “papazların anlaşılması zor vaazlar verdiği” bu okula ayak sürüyerek giden Webb, hareketli ve araştırmaya düşkün bir çocuk olduğu için okulun dar kalıpları onun geniş düşünce dünyasına küçük geliyordu.
Amerikan İç Savaşı’nın parlamaya başladığı ilk günlerde, 15 yaşında olan Alexander Russel, yatılı bir okula kaydoldu. Savaş devam ederken üç yıl yatılı okulda sonra da akademide ve enstitüde eğitimini ikmal etti. Eğitim hayatının ardından ailesinin yanına döndü. Aslında babası gibi bir gazeteci olması bekleniyordu. Fakat o işi, kardeşine bırakarak başka bir sahaya yönelmişti. Babasının gazetesine komşu bir mücevherat dükkânında ücretsiz çalışmaya başladı. Bir süre bu sahada iş tutan Webb, 1870’de ilk eşi olan Laura ile evlendi. Kayınpederi, damadının tecrübesine güvenerek Chicago’da bir mücevher şirketi kurdu. Ne var ki işler istenildiği gibi gitmedi ve şirket battı. Birkaç farklı mücevher şirketinde daha talihini kovalayan genç müteşebbise kader adeta bu alanda ilerlemenin kapısını kapatmıştı. Kayınbabası, onu küçük bir kasabaya yerleşmeye ikna ederek yerel bir gazeteye ortak oldu. Webb, kayınbabasının yanında editör olarak başladığı gazetecilikle baba mesleğine dönmüştü. Ortakların değişmesi ve farklı gazete teşebbüslerinin ardından o, gazetecilikteki bu ilk dönemini eşiyle boşanmasına varan bir süreçle tamamladı. Kayınbabası ile işleri bozulunca, evliliği de bozulmuştu.