Büyük Britanya, 1600’lü yılların başından itibaren batıda ve doğuda sömürgecilik faaliyetlerini yoğunlaştırmış, birbiri ardınca ele geçirdiği yabancı topraklarda ilk sömürge idarelerini tesise başlamıştı. 1670’lere gelindiğinde, bugünkü ABD ve Kanada’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada, İngilizlerin artık kalıcı hale gelmiş ayak izlerine rastlamak mümkündü. 1800’lerin ikinci yarısında ise Büyük Britanya’yı tanımlamak için herkesin kullandığı ifade aynıydı: Üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk.
Doğrudan yönetim, himaye, ittifak veya başka herhangi bir biçimde, İngiliz siyasetçi, asker ve bürokrat ordularının kontrol ettiği coğrafya öylesine uçsuz-bucaksızdı ki, Büyük Britanya, aynı zamanda “tarihte en geniş sınırlara ulaşmış devlet” unvanına da kavuşmuştu. 1900’lerin başında Ortadoğu’nun birçok noktasında da İngilizler ön plandaydı. Bölgenin yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin paylaşımında, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgiye uğratılmasında ve sonrasında imparatorluk bakiyesinin kurtlar sofrasında paylaşımında İngilizler hep başroldeydiler.
2. Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı temellerinden sarstığı 1940’lı yıllarda, İngiltere, manda ve sömürge yönetimi altında tuttuğu bölgelerde zorlu sınavlarla karşı karşıya kaldı. Ya da en azından, dışarıdan bakıldığında, elindeki coğrafyalarda asayişi sağlamakta zorlanan, bütün kesimlerin şikâyet odağına yerleşmiş, adeta çözüm üretmekten aciz bir Britanya İmparatorluğu görüntüsü vardı. 1970’lerin başına kadar, İngiltere bütün sömürgelerinden kademeli olarak teker teker çekilecek, geride “bağımsız” devletler ve yönetimler bırakacaktı. Birçok tarihî kaynakta, İngilizlerin bilfiil yönetimi ve kontrolü altında geçen o uzun yıllar “kaos”, “karmaşa”, “iç çatışma” gibi sıfatlarla anılacak, İngiltere’nin “beceriksiz”, “acemi” ve “özensiz” yönetimine çeşitli eleştiriler yöneltilecekti.
Peki, gerçekten öyle miydi? İngiltere beceriksiz, özensiz ve acemi bir idare mi sergilemişti? Yoksa ortada ince düşünülüp tasarlanmış, sabırlı bir şekilde sahneye konmuş, uzun yıllara yayılmış ve neticeleri için gelecek kuşaklar hedeflenmiş bir strateji mi vardı?
Tarihî sürece ve coğrafyaya dikkatle ve çok boyutlu biçimde bakanlar, cevabın ikinci şıkta gizlendiğini göreceklerdir. Özellikle İslâm coğrafyasında, İngiltere tarafından yönetilmiş veya İngiliz tipi kontrol / himaye tecrübesini yaşamış bölgelerin hepsinde, zahirdeki kaos ve karmaşa bir yana bırakıldığında, Londra’daki “devlet aklı”nın aşağıdaki yedi esası titizlikle uygulamaya koymuş olduğu fark edilecektir.
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…