Arzu ederseniz aşağıdaki haberi okuyarak dersimize başlayalım. 2003 yılı ortalarındayız, Atina’dan Yorgo Kirbaki bildiriyor: “Yunan Kilisesi’nin aşırı milliyetçilik ve ırkçılıkta kusur etmeyen lideri Atina başpiskoposu Hristodulos, 27 Ağustosta (2003) Dışişleri bakanı Papandreu’ya gönderdiği mektupta, havaalanının yakınındaki Peania kasabası dışında (merkezde değil, muhabirin ifadesiyle “Allah’ın bir dağında”) bir cami inşa edilmesine itirazı bulunmadığını, ancak aynı bölgede İslâm Kültür Araştırmaları Merkezi kurulmasına şiddetle karşı olduğunu belirtti.”
Başpiskopos cenapları sesinin yeteri kadar duyulmadığını yahut meselenin ciddiyetinin ve tehditkârlık boyutunun onun hissedip vurguladığı ölçüde farkedilmediğini düşünmüş olmalı ki bir müddet sonra ikinci bir mektup yazıp aynı bölgede “mecburen” yapılacak cami ile birlikte bir kilise inşa edilmesini de dışişleri bakanından istemiş. Statüsünü ve etkisini düşünürseniz “ferman buyurmuş” demek lazım. Gerekçesi de hazır: “(Herhalde olimpiyatlar sebebiyle) onca insanın geçeceği bu nevraljik [hassas] noktada vatanın Helen-Ortodoks kimliğini vurgulayan bir eserin olması” lazım… O da kilise tabii ki… Helen-Ortodoks, yani millî-dinî kimlik…
50’li, 60’lı yıllardan itibaren artan ve muhtemelen 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra yoğunlaşan cami karşıtı çokça gösterinin en ön saflarında her zaman siyah cüppeleriyle başpiskopos ve papazlar yürüdü ve halk üzerinde etkili oldular, katılımcılar vasıtasıyla yahut direkt olarak siyasî aktörlere de gözdağı verdiler. (Protesto yürüyüşlerinin başında papazları görüp “laiklik ve hümanizm elden gidiyor!” diye vahlanan, kaleme sarılan, bayrak açan Yunanistan’da kaç kişi olmuştur acaba? Bizde Diyanet mensuplarının, hocaların -yakın senelerde ne hikmetse bembeyaz olmuş- cüppeleriyle yürüdüğünü düşünün!)
Adalar, Kıbrıs ve Ege denizi meselelerinde Türkiye’den ziyade Yunanistan’a yakın duran bazı Müslüman Arap memleketleri (bugün de yakın duruyorlar, niçin acaba?) 1930’lardan beri Atina’da, hiç değilse Cuma ve bayram namazlarının rahatlıkla kılınabileceği mütevazı bir cami inşa edilmesi için resmî-diplomatik ve sivil birçok teşebbüste ve talepte bulanmalarına rağmen buna hiçbir şekilde geçit verilmemiş. Atina’da Arap göçmen çokmuş. Mescit ihtiyaçlarını apartmanların giriş ve bodrum katlarında tuttukları ve pek de müsait olmayan şartlarda, muhtemelen bir kısmı gayrı resmî mekânlarda gideriyorlarmış. Albaylar Cuntası döneminde (1967-1974) turistik Plaka semtindeki tarihi Fethiye Camisi’nin yeniden ibadete açılması bir ara gündeme geldiyse de tepkiler ve siyasî değerlendirmeler neticesinde vaz geçilmiş.
İstanbullu bir Rum olan ve uzun yıllardır Yunanistan’da yaşayan Kirbaki haberinin sonuna, -herhalde İstanbul’da yaşamış biri olarak- şunları eklemekten kendini alamıyor: “(…) Yunanistan ayıbını temizlemeli ve başkentteki [Atina’daki] Müslümanların dinî ibadetlerini yerine getirebilmelerini sağlamalı. Bunun ötesinde üç yıl önce gittiğim Peania kasabasında başpapazın ‘Hepimiz aynı gemideyiz, herkes için dua ediyorum. Ama burada cami inşa edilemez’ sözleri hâlâ kulağımda.”