Artık herkesin malûmu: Her yıl 24 Nisan yaklaştığında ABD başkanının “soykırım” kelimesini söyleyip söylemeyeceği hususunda papatya falına bakar gibi “diyecek, demeyecek” şeklinde tahminlerde bulunurduk. O gün geldiğinde ve ABD başkanı o kavramı kullanmadığında ise derin bir “oh” çekerdik. Yıllar böyle geçti. Sonunda ABD başkanı Joe Biden geçtiğimiz 24 Nisan’da “soykırım” dedi. Artık biz de daha gür sesle “oh be!” diyebiliriz. Şurası bir gerçek ki, 1970’lerden beri Türkiye, ABD başkanları 24 Nisan konuşmalarında “soykırım” demesin diye ABD’ye ve çoğu Yahudi lobisine milyar dolarlar ödedi. Peki, şimdi “soykırım” dendi de ne oldu? En azından o psikolojik baskıdan ülkece kurtulduk.
Bir gerçeği vurgulayalım: Mazisi 100 yılı geride bırakan Ermeni meselesi, sadece bir tarih meselesi olmayıp evvelemirde Ermeniler açısından bir kimlik meselesidir. Daha da önemlisi, onlar için öncelik soykırımın tanınmasıdır, sonrasında bunları tazminat ve toprak meselesi takip etmektedir. Kısaca “3 T” diye kodlanan bu talepler yerine gelmedikçe Ermenilerin bu davadan vazgeçmeleri mümkün değildir. Bundan dolayı Türkiye’de Ermeni meselesi/tehciri veya sözde soykırım diye tanımlanan bu meselenin tarih temelli bir siyasî mesele olduğu ve buna göre bir strateji belirlenmesi gerektiği aşikârdır.
Kabul edilmelidir ki, yıllardır Türkiye’nin Ermeni meselesinde izlediği siyaset, arşiv-belge arasına sıkışmış durumdadır. Bu kapsamda Türkiye, yıllardan beri arşivlerin açılmasından, tarih komisyonlarının kurulmasından, belgelerin teati edilmesinden söz etmektedir. Hâlihazırda Türkiye’de Ermeni meselesinde yeni siyaset arayışları devam ediyorsa, demek ki bugüne kadar izlenen siyaset başarılı değildir. O halde yapılması gereken şey, kamu diplomasi başta olmak üzere siyaset, uluslararası hukuk, uluslararası iktisat, uluslararası ilişkiler ve sosyoloji gibi alanların destek verecekleri multidisipliner bir siyaset geliştirmek olmalıdır. Tabiatıyla bu çalışmaların temelini de tarih ve arşivler oluşturacaktır.
Şurası bir gerçek ki, 1980’lerin ortasında Başbakanlık Osmanlı Arşivi yeniden yapılandırılmışsa, bu, Ermeni meselesi sayesinde mümkün olmuştur. O yıllarda Ermeni meselesinin anlaşılması bakımından başvurulacak en büyük kaynağın Osmanlı Arşivleri olduğu idrak edilmiştir. Bu hususu, 1985’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde düzenlenen Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları Sempozyumu’nda merhum Halil İnalcık hocanın bildirisindeki, “Bana Osmanlı Arşivi’ni verin, size bir kültür imparatorluğunu yeniden yaratayım” sözü en isabetli biçimde özetlemektedir. Bu cümleden heyecanlanan devrin başbakanı Turgut Özal, ünlü müsteşarı Hasan Celal Güzel’e Osmanlı Arşivleri konusunda gereğinin hemen ve hızlı bir şekilde yapılması talimatını vermiştir. Merhum Güzel de çözüm odaklı tavrı sayesinde meseleyi kısa sürede neticelendirmiş; 1986’da Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ni Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bünyesinde yeniden yapılandırarak hem mekân hem de personel açısından takviye edilmesini sağlamıştır. Bunun sonucunda 1988 yılından itibaren Osmanlı Arşivi’nde yapılan yoğun ve hızlı tasnif çalışmaları sayesinde pek çok arşiv fonu araştırmaya açılmıştır.