Yolu düşenler bilir. Balat’tan Fener’e giderken Haliç’in kıyısında, inci gibi parlayan ihtişamlı bir yapı vardır. Bu yapı; mimari ve üslup özellikleri, cephesindeki bezemeleri, dik saçakları, ters duran heykellere benzeyen küçük kuleleri ve bunların üstünde keskin hatlı çan kulesiyle gotik batı kiliselerine benzer. Bu göz alıcı eser Fener Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir Bulgar Kilisesi hayaliyle tam da patrikhanenin yanı başına “dikkatlice yerleştirilen” Sveti Stefan Kilisesidir. Demir Kilise olarak şöhret bulan mabedin hikayesi, Prens Stefan Bogoridi’nin eski evinin arsasını Bulgar cemaatine bağışlaması ve Osmanlı Devleti’nin de buraya bir papazhane yapılmasına müsaade etmesiyle başlar.
O zamanlar Fatih Sultan Mehmed’in, fetihten sonra İstanbul’da yeni bir Yahudi ya da Hıristiyan mabedi inşa etmeyi yasaklaması nedeniyle kilise yapmak mümkün değildi. Bu yüzden Fener Rum Patrikhanesi’nin tahakkümünden kurtulmak isteyen Bulgarlar kilise yapamadıklarından -Sadaretin de akıl vermesiyle- Fatih’in hükmünü çiğnemeyen bir formül geliştirerek papazhane yapmaya karar verdiler. 18 Ağustos 1849’da, arsayı bağışlayan Stefan Bogoridi’nin de katılımıyla papazhanenin temeli kazılmaya başladı. Seneler süren çalışmaya rağmen dört başı mamur bir eser ortaya çıkarılamadı. Bunun bir sebebi Haliç’in zemininin bu türden inşaatlara müsaade etmemesiydi. Diğeri ise yapılacak binanın gerçek bir kilise olmamasıydı. En nihayetinde bir papazhane için daha fazla gayrete gerek yoktu. Hem Rum Patrikhanesi de baskılarının şiddetini arttırdı. Neredeyse bütün Bulgarlar sindirilmiş, direnenler ya öldürülmüş ya da ağır şartlarda hapse mahkum edilmişti. Hatta Bulgar Metropolit Hilaryon Makaryopolski Aynaroz’da hapsedildi ve ağır işkencelere maruz kaldı. Ancak bu esaretin sonunda Makaryopolski Bulgarlar tarafından büyük bir önder olarak görülmeye başlandı ve Rum Patrikhanesine karşı isyan bayrağını çekti. 1860’ın Paskalya Ayini’nde sıra Rum Patriği’nin adının zikredilmesine geldiğinde Ortodoks Bulgarların “Patriği anma! Sultanı an!” tezahüratları arasında Hilaryon önce Sultan Abdülmecid’in adını andı sonra da patriğin yerine eski Bulgar piskoposların adlarını sıraladı. Bu Rum Patrikhanesini hiçe sayan ilk mühim adımdı.
On yıl sonra hem İstanbul’da yaşayan Bulgarlar hem de Fener Rum Patrikhanesi için bir başka mühim gelişme yaşandı. Sultan Abdülaziz’in 28 Şubat 1870 tarihli fermanı ile İstanbul’da bir Eksarhhane kurulması mümkün oldu. Bu ferman on yıl içinde ikinci şamarı yiyen Rumlar için ağır bir hezimet, onların tahakkümünden ayrılmak için mücadele eden Bulgarlar içinse hem büyük bir galibiyet hem de bağımsız kiliseleri için bizzat sultan tarafından verilmiş bir işaretti.