İngiltere, 19. yüzyılın başında Rusya’nın Boğazları ele geçirerek Akdeniz’e inmesinin kendisinin sömürge yollarıyla bağlantısını keseceğini düşünmüş ve Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını benimsemiştir. Bu çerçevede İngiltere’nin, 1856 Kırım Savaşı örneğinde görüleceği gibi hem diplomaside, hem de sahada Osmanlı Devleti’ni desteklemesi Rusya’nın sıcak denizlere inmesinin bir süre ertelenmesine yol açmıştır. Ancak 1875’te Bosna-Hersek’te Hıristiyan köylülerin Müslüman toprak sahiplerine karşı ayaklanması ve 1876’da bağımsızlıklarını kazanmak isteyen Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi bir Balkan bunalımına yol açtığı gibi mevcut dengeleri de sarstı. İngiltere ve Rusya, Balkan bunalımının devletlerarası bir konferansta görüşülmesini gündeme getirdiyse de Osmanlı ile yapılan konferansta tarafların karşıt argümanları ileri sürmesi bu teşebbüsü sonuçsuz bırakacaktı.
Konferansın ardından büyük güçler kendi aralarında imzaladıkları Londra Protokolü uyarınca önceden söz verilen ıslahatların uygulanmasını elçiler aracılığıyla kontrol etmek istemişler; ayrıca Osmanlı Devleti’nden silahlı kuvvetlerinin sayısını azaltmasını talep etmişlerdir. Payitahtın, kendisine dayatılan Londra Protokolü’nü reddetmesi üzerine 24 Nisan 1877’de Rusya savaş ilan etti. Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiği için “93 Harbi” olarak adlandırılan bu savaş, Tuna ve Kafkaslar olmak üzere iki cephede 10 ay kadar sürdü. Osmanlı Devleti, ordusunun önemli bir kısmını öğrencilerin oluşturması, savaşın nasıl yürütüleceğiyle ilgili etkili bir strateji takip edememesi ve birden fazla cephede savaşması nedeniyle ağır bir yenilgiye uğradı.
93 Harbi sonrasında 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması büyük ve özerk bir Bulgaristan’ın kurulmasını öngörmekte; Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlık kazanması ve Osmanlı Devleti’nden toprak elde etmesini içermekte; Bosna-Hersek’e özerklik vermekte ve Boğazların statüsüyle ilgili Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yeni bir antlaşmanın yapılabileceğini belirtmekteydi. Bu niteliğiyle antlaşma, Rusya’nın Slav ırkından olan halkların Balkanlar’da etkinlik kazanması hedefini içeren Panslavizm politikasının zaferiydi. Daha önemlisi, Balkanlar’da Rusya’ya yakın olan halklara bağımsızlık vermekle güç dengesini İngiltere’nin aleyhine, Rusya’nın lehine olacak şekilde değiştirmekteydi. Bu noktadan hareketle İngiltere, Büyük Bulgaristan’ın sınırlarının İstanbul’a yakın olması, Slav halklarını ön plana çıkarıp diğer halkların haklarını tehdit etmesi ve Rusya’nın Büyük Bulgaristan aracılığıyla Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurabileceği gerekçeleriyle antlaşmaya karşı çıkmıştır. Benzer şekilde, dönemin bir diğer büyük gücü Avusturya-Macaristan, Rusya’nın büyük Bulgaristan ve özerk Bosna-Hersek ile Balkanlar’daki nüfuzunu artıracağını ve bağımsız bir Karadağ aracılığıyla Avusturya-Macaristan ile Adriyatik arasındaki bağlantıyı keseceğini düşünmekteydi. Ayastefanos Antlaşması, Osmanlı Devleti için sahada aldığı ağır yenilginin diplomasi masasında tescillenmesi demekti. İmparatorluk Balkanlar’daki önemli topraklarını kaybetmekte, Bulgaristan üzerinde çok az bir denetim hakkına sahip olmakta ve Avrupa toprakları ile bağlantısı kopmaktaydı.
Devamı Derin Tarih Nisan Sayısında…