Merhum Yılmaz Öztuna’nın Büyük Türkiye Tarihi isimli eserinin 4. cildinde deniliyor ki, Sultan III. Murad devrinde, 1595 yılında devletimizin yüzölçümü 23 milyon 337 bin 600 kilometrekare idi. Fransa 14. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar dünyada 13 yıl lider devlet olarak yaşadı. Aynı asırlar arasında İngiltere 128 yıl, Devlet-i Aliyye ise 322 yıl dünyada lider devlet olarak hüküm sürdü.
29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetimiz ilan edildiği zaman vatanımızın yüzölçümü 780 bin 576 kilometrekare idi. Aydınlarımız, idarecilerimiz düşünmeye başladılar. 23 milyon 337 bin 600 kilometrekareden 780 bin 576 kilometrekareye nasıl ve neden düştük? Batı devletleri bizi önce Avrupa içlerinden Balkanlara sürdüler. Sonra da Anadolu’ya attılar. 1914-18 yılları arasında İngiltere, Fransa, Rusya gibi büyük devletlerin maksatları Anadolu’muzu da bölmekti, parçalamaktı.
Birtakım fikir ve sanat adamlarımız bizim bu gerileyişimizi ilim ve teknik dünyasından kopmamıza bağladılar. Dünün üniversiteleri olan medreselerimizden tabii ilimleri kaldırdığımızı, sadece naklî ilimler üzerinde durduğumuzu, bunun da büyük bir yanlış olduğunu söylediler. Devlet adamlarımızın büyük yanlışları yüzünden Batı devletleri karşısında çaresiz kaldığımızı ileri sürdüler. Halkımızın büyük çoğunluğunun okur-yazar olmamasını şiddetle tenkit ettiler.
Cumhuriyetimiz ilan edildiği zaman sadece İstanbul’da bir üniversitemiz vardı. Şehirlerimizin çoğunda lise yoktu. 40 bin köyümüzün sadece 4.500’ünde ilkokul vardı. O okullarda öğretmen olarak çalışan kimselerin çoğu ya ilkokul mezunu idiler veya okuma-yazmayı askerlikte öğrenen kimselerdi. Okuma-yazmayı askerde öğrenen, sonra köy okullarında çocuklarımızın başlarına geçen kimselere eğitmen deniliyordu. Bu bakımdan onlara göre Köy Enstitülerinin kurulması çok büyük bir zaruretti. Enstitüler 17 Nisan 1940 tarihinde kuruldu. O tarihte 40 bin civarında köyümüz vardı. Her köyümüze bir ilkokul açmak çok zordu. O bakımdan ilk imkânda 20 köy enstitüsünün kurulması uygun görülmüştü. Bu 20 okul bulunduğu bölgenin köy çocuklarını eğitecekti.
Ders saatlerinin yüzde 50’si kültür konularına ayrılacaktı. Yüzde 25’inde çocuklara tarımla ilgili bilgiler verilecek, yüzde 25’inde de enstitü öğrencileri teknik işlerde eğitileceklerdi. Enstitülere kaydolan çocuklar iş konusunda önce ikiye bölündüler. Öğrencilerin yarısı marangozluk, yarısı da demircilik mesleklerine ayrıldı. Öğrencilere ayrıca arıcılık, meyvecilik, fotoğrafçılık, tenekecilik ve dokumacılık dersleri de veriliyordu. Bütün bu dersler yanında enstitü öğrencileri bataklıkları kurutmak, tarlaları bellemek ve kanallar açmak için çalıştırılacaklardı.
Hiç şüphesiz Köy Enstitülerinde okuyan çocuklarla kasabalarda, şehirlerde okuyan çocuklar arasında fırsat eşitsizliği vardı. Enstitülerde okuyan ve mezun olan çocuklar 20 yıl köylerde kalacaklardı. Başka herhangi bir okulda okumak imkânına sahip olamayacaklar ve ayda sadece 20 lira alacaklardı. Bu düşüncelerle 17 Nisan 1940 tarihinde 20 enstitü açıldı. Bunlar Akçadağ, Aksu, Akpınar, Arifiye, Beşikdüzü, Cilavuz, Çifteler, Düziçi, Gölköy, Gönen, Hasanoğlan, İvriz, Kepirtepe, Kızılçullu, Savaştepe, Pamukpınar, Pazarören, Pulur, Dicle, Ortaklar köy enstitüleriydi.
Bu Köy Enstitülerinin birbirinden çok farklı iki yüzü vardı. Bazı idareciler ve siyasiler onları sadece eğitim ve öğretim merkezleri olarak görüyorlardı. Bazı idareciler ve siyasiler ise Köy Enstitülerinde okuyan köy çocuklarını komünist fikirlerle yetiştirmek, onların gayretleri ile belirli bir süre sonra köylerimizi komünist merkezleri haline getirmek ve Türkiye’yi komünizm ile kucaklamak istiyorlardı.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…