14. yüzyılın başlarında Osmanlıların siyasî bir yapı olarak tarih sahnesine çıktığı sıralarda, İran’ın Erdebil şehrinde ileride siyasî bir kompozisyona dönüşecek olan bir tarikat neşvünema buluyordu. Kurucusu Şeyh Safiyüddin’e nispetle bu tarikat Safevîler olarak meşhur olmuştu. Şeyh Safî’nin başında bulunduğu bu Sünni tarikat zaman içinde iki büyük dönüşüm geçirdi. Önce Şeyh Hoca Ali zamanında Sünnilikten Şiiliğe, ardından da Şeyh Cüneyd zamanında siyasî bir şekle büründü.
Safevî tarikatı çok geniş bir yelpazede mürid kitlesine sahip olmakla birlikte, hiç kuşkusuz bu topluluğun en etkili kısmı Anadolu’dan çıkmıştı. Anadolu’daki çeşitli boy ve oymaklar tarikatın adeta omurgasını oluşturuyordu. Erdebil’de kendileri gibi Şia mezhebine müntesip Karakoyunlu Devleti ile siyasî polemiğe giren tarikatın şeyhi Cüneyd’in şehirdeki baskıdan kaçış yolu olarak Anadolu’yu seçmesi ve kendisine burada kucak açılması oldukça manidardır. Onun Trabzon Rum İmparatorluğu ve Kafkaslar üzerine seferler düzenleyip bölgede yağma ve akınlarda bulunması, “şeyhlik” yolundan “şahlık” yoluna tevessül ettiği kanaatini pekiştiriyor. Bu durum onu bölgenin siyasî kompozisyonunun bir parçası haline getiriyor, müntesibi olan müritlerine de “gazi” hüviyeti kazandırıyordu.
Şeyh Cüneyd’in şahlık yolunda öldürülmesi üzerine bu kez gazi/müridler oğlu Haydar’ın etrafında kenetlendiler. Şeyh Haydar zamanında müridler on iki imama nispeten on iki dilimli birer kızıl başlık takmaya ve bu tarihten sonra da “Kızılbaş” olarak anılmaya başladılar.
Şah İsmail’in liderliğinde ve Akkoyunlu bakiyesi üzerinde, Tebriz’de on iki imam Şiiliği temelinde kurulan Safevî Devleti’nin en etkili gücü, işte Anadolu’dan kopup giden, Safevî hanedanının hizmet kemerini bellerine bağlayan, istiklal ve istikballerini Safevî dergâhında arayan, devlet içinde “beylik”, “sultanlık” ve “hanlık” makam ve mansıplarıyla onurlandırılan Şamlu, Rumlu, Karamanlu, Ustaclu, Zülkadirlü ve Tekelü gibi Kızılbaş boy ve oymaklardır.
Zikrettiğimiz gibi bu boy ve oymakların en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz Tekelülerdir. Antalya ile Marmaris arasında kalan yarımadaya onlara nispeten “Teke İli” denilmekteydi. Aynı yer II. Bayezid’in oğullarından Korkud’un taht-ı tasarrufunda bulunduğu için Osmanlı kaynaklarında “Korkud İli” olarak da anılmaktaydı. Tekelüler arasında temayüz eden ilk karakter, tarikatın müridlerinden, aynı zamanda Şeyh Cüneyd ve Haydar’ın halifelerinden Hasan Halife’dir. Şeyh İsmail Hazar Denizi’nin güneyinde bulunan Lahican’da “hurûc” edip Anadolu’ya geldiğinde onu karşılayanlar arasında Tekelülerden bir grup mürid de bulunuyordu. Tekelüler o güne kadar şeklen Osmanlılara, ancak can-ı gönülden ise Safevîlere bağlıydılar.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…