1341 Malazgirt doğumlu (Nüfus İdaresinden sorgulattığımda karşıma 1 Temmuz 1925 tarihi çıktı, 18 Ocak 2020 tarihinde vefat etmiş), Erzurum’un Karayazı ilçesine bağlı Yiğityolu köyünden. YO7 seri no 740615 nolu nüfus cüzdanı 39973238486 TC kimlik no sahibi, Sabri ve Zarife’den doğma.
Haber dinleyecek herhangi bir araç veya cihazımız yoktu. Dergi, gazete gibi şeyleri bilmiyorduk. Babalarımız Erzurum’a gidip geliyorlardı. Hem erzak ve yiyecek getiriyorlar, hem de ülke ile ilgili olup bitenleri haber alıyorlardı. Haber alma imkânlarımız o kadar güç ve zordu ki yan köyde biri ölse ancak bir haftada öğreniyorduk.
Ülke ile ilgili olup bitenleri, çıkan kanunları, inkılapları ya büyüklerimizden bu şekilde öğreniyorduk ya da köye gelen askerlerden…
Doğuda devlet diye bir şey yoktu. Görevli askerler istediklerini yapıyor; yakıyor, yıkıyor ve devlet adına hareket ediyorlardı. Kimse karşı gelemiyor, dur diyemiyordu. Kendilerini devlet yerine koyuyor, öyle hareket ediyorlardı. Çoğunlukla şahsi davranıyor, haksız muameleler yapıyorlardı.
Yoksulluğun ve fakirliğin en kötüsünü yaşıyorduk. Bulduğumuz iki şey vardı; biri ekmek, diğeri bulgur. Üstüne üstlük devlet tarafından baş vergisi alınıyordu. Hatta malın (hayvanların-MA) kendisi vergisini karşılayamıyordu. Ekip biçtiklerimiz kendimize yetmezken bir de devlet bizi zor durumda bırakıyordu. Hal böyleyken köye gelen asker ve komutanlar da olanca yiyeceğimizi alıyordu.
Asker ve komutanlar genelde muhtarın evine gelirlerdi. Köy ağasını çağırır, ona türlü türlü hakaretler yaparlardı. Onu devlete karşı gelmekle, isyan etmekle suçlarlardı. O gece sabaha kadar herkes el pençe divan durur, hizmet ederdik. İstenilen bir şey evimizde bulunmasa da yok diyemezdik. Yediğimiz dayak ve falakaların hiçbirinin sebebini bilemez ve soramazdık.
Şöyle bir olay yaşanmıştı: Yan köyden iki kardeşi bizim köye getirdiler ve “bunlar eşkıyalara yardım ediyor, yiyecek veriyor” diye suçladılar. Onlar suçsuz olduklarını, eşkıyaların silah zoruyla yiyeceklerini ellerinden aldıklarını söyleseler de ölmekten kurtulamadılar. Öldürüldüklerini görmesem de cenazelerine şahit oldum.
Askerler gidişlerinde köyde işlerine yarar ne var, ne yok toplayıp götürüyorlardı. Binek hayvanlarımıza biner, sorgusuz sualsiz alıp giderlerdi. Hakkımızı hiçbir şekilde arayamıyorduk. Özellikle ana dilimizin Kürtçe olması işimizi iyice zorlaştırıyordu. Halimizi, derdimizi anlatamıyorduk. Köyde okul, öğretmen yani eğitim adına hiçbir şey yoktu.
Köyler harabe şeklindeydi. Asker çık derse köyden çıkıyorduk, dön derse tekrar köye dönüyorduk. Köyde bir aile ile diğer aile arasında bir sürtüşme, bir kavga olsa tüm aileler toplanıyor, karakola götürülüyordu. Orada herkes dövülüyor, suçlu da suçsuz da ayakta duramayacak kadar dayak yiyordu.
Devamı Derin Tarih Ekim Sayısında…