Allah’ın Elçisi (sas) döneminde İslam, doğduğu Hicaz bölgesinden Arabistan’ın diğer bölgelerine yayılmaya başlamış; Resulullah vefat ettiğinde Müslümanların hâkimiyeti güneyde Yemen’e, doğuda Bahreyn’e, kuzeyde Irak ve Biladü’ş-Şam sınırlarına dayanmıştı. Hz. Peygamber’in Müslümanları tebliğle görevlendirilmesi neticesinde başlayan süreç, 13 yıllık Mekke döneminde genellikle birebir tebliğde bulunularak yürütüldü.
10 yıllık Medine döneminde ise başta Kureyşliler olmak üzere müşriklerle ve Yahudilerle çatışma dönemleriyle devam etti. Nihayet 11 Ocak 630 tarihinde barış yoluylagerçekleştirilen Mekke’nin fethi, Arabistan’da İslamın yayılması açısından bir dönüm noktası olmuştur.
Müslümanlar Mekke’nin fethinden yaklaşık iki yıl önce Hz. Muhammed’in Mekke müşrikleriyle akdettiği Hudeybiye Antlaşması’nın şartlarını ağır bularak muhalif olmuşlardı. Antlaşmadan sonra nazil olan vahiy ise bu gelişmeyi bir fetih olarak müjdeliyordu: “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik” (Fetih, 1). Bu mesaj üzerine Müslümanlar büyük bir sevinç yaşadılar.
Mekke’nin fethinden sonra Arap kabileleri Medine’ye heyetler göndererek İslama girmeye başladılar. Heyetler kabileleri adına İslamı kabul edip temel dinî bilgileri öğrendikten sonra memleketlerine dönerek öğrendiklerini akrabalarına öğrettiler. Bu önemli gelişme sebebiyle 630 yılına Heyetler Yılı denir.
Yüce Allah Mekke’nin fethi ve akabinde Arapların İslama yönelişlerine son inen sure olan Nasr Suresi’nde şöyle değinir: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tesbihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 1-3).
Yukarıda işaret ettiğimiz gelişmeler fethin savaştan ibaret görülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Fetih kavramında Allah’ın mesajını insanlara ulaştırmanın önündeki engellerin kaldırılarak İslamla tanıştırılmaları öncelikli hedeftir. Nitekim kelime Arapçada “zafere ulaşma” anlamı yanında “açma ve yol gösterme” anlamına gelmektedir. Bununla ilişkili olarak, Müslümanların dinlerini özgürce yaşamaları, mal ve can güvenliklerinin sağlanması da önemli bir görevdir.