İnsanoğlu “zaman” denilen tünelde ilerledikçe asr-ı saadetten uzaklaşmaktadır. Ama 86 yıl önce, Fatih’in yadigârına kilit vuruluşunu hüzünle izleyenler, bugünleri görmeyi çok isterlerdi herhalde.
10 Temmuz 2020 günü verilen müjde, zaten hiç unutulmayan Ayasofya’yı tekrar gündemin göbeğine taşıdı. Ama açılış kararıyla birlikte tartışmaların muhtevası da değişti. Yıllardır ‘sahte’kârlıkla kapatıldığını tartışıyorduk. Bu kararla birlikte, “Neden şimdi?” sorusuna cevap arandığını görüyoruz.
Ayasofya Camii’nin şimdiye kadar neden açılamadığını anlayabilmek için nasıl kapatıldığını iyi anlamak gerekir.
Hıristiyan âleminin “Ayasofya sızısı” 1453’ten başlar. Camiye çevrilmesi bizim için “Fethin sembolü” iken, onlar için de 13 asırdır devam eden Konstantinopolis destanının sonu anlamına geliyordu. Ayasofya’nın tekrar kilise olması, “Konstantinopolis” umudunu da beraberinde getirecekti. Ancak Osmanlı’nın Ayasofya’ya gösterdiği itina sebebiyle bu sızıyı asırlarca içlerinde saklamak zorunda kaldılar.
Nitekim nesilden nesle aktardıkları bu ortak hedef, “hasta adam”ın son dönemlerinde, “derin İngiliz” Lord Curzon tarafından, “Ayasofya bir kiliseydi, elbette gene eski durumuna getirilecektir” şeklinde ilan edilmiştir. 1 İstanbul’un işgalinde “çakma fatih” olma sevdasına kapılan Fransız komutanın Ayasofya kapısına dayanması da aynı birikmiş arzunun tezahürüydü.
Ama Osmanlı henüz ölmemişti…
Vahdettin Han şahsını korumakla görevli 700 askerle önceden aldığı tedbir sayesinde Ayasofya’ya çan takılmasına mani olmuştu.
“Kilise olmuyorsa müze olsun”
Fransız komutan o gün muradına erememiş olsa da, Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’nda mağlup olması Haçlı dünyasını çok umutlandırmıştı. Artık Türkleri Avrupa’dan atacak; Ayasofya’yı da esaretten kurtaracaklardı! Nitekim 22 Aralık 1919’da Londra’da yapılan Sevr mutabakatındaki ana konulardan biri buydu. İngiltere, Rusya, Fransa ve Yunanistan Ayasofya Camii’nin kiliseye dönüştürülmesinde anlaşmışlardı.