1965’ten sonraki Müslüman nesiller bu ulu mâbedin açılmasını mitinglerinde, toplantı ve gösterilerinde hep dillendiriyor, siyasetçiler söz veriyor ama bu yönde bir adım atılamıyordu. Şimdi ise… Yarım asırdır yapılamayanların yapılabileceğinin işaretleri belirmeye başladı.
Ayasofya’nın müzeye dönüştürüldüğüne dair 24/11/1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nin Danıştay’da açılan bir dâvada görüşülüp 10 Temmuz günü oy birliğiyle ibtal edilmesinden 5 dakika sonra Başkan Erdoğan’ın yayınladığı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Ayasofya, câmi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrediliyor ve bu ulu mâbed, 86 yıl önceki statüye kavuşturuluyor, gerekli düzenlemeler ve hazırlıklar yapıldıktan sonra, 24 Temmuz Cuma günü, Cuma namazıyla ibadete resmen açılacağı açıklanıyordu işte.
O günün, Lozan Andlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz 1923’ün 97. yıldönümü de olması, sıradan bir rastlantı değildi. Çünkü çalışmaların rahat yapılabilmesi için bir hafta daha ertelenebilirdi. Ama sosyo-psikolojik açıdan bir ince mesaj da verilmesi hesaplanmıştı herhalde.
Aslında, Erdoğan’ın nasıl dakîk olarak çalıştığı genel olarak muhaliflerince de kabul edilen bir husustur. Bu karar açıklandıktan hemen sonra, o dev mâbed için 13-14 bin metrekarelik halıların iki haftada dokunup camie serilmesi neredeyse imkânsızdı. Bu da, o dev halıların dokunmasına çok önceden başlanıldığını göstermektedir.
Ayasofya, sıradan bir bina, hattâ sıradan bir mâbed de olmayıp bir semboldü. Tarih boyunca hep ona hâkim olan dünya görüşlerinin sembolü olan bir özelliğe sahipti. Bugünkü şekliyle milâdî 530’larda inşa edilmişti ve o asırlarda, ‘Dünyanın 7 büyük harikasından biri’ olarak anılıyordu. Ve o sırada Hz. Îsâ aleyhisselâm şeriati mer’iyette/yürürlükte olduğundan, -en azından nazarî olarak-, Tevhîd inancının bir mâbediydi.
Hz. Peygamber (sas)’in elinden sunulan İslâm şeriatinin devreye girmesinden sonra ise, Ayasofya, uzun asırlar artık, Bizans putperestliğinin bir mâbedine dönüşmüştü. İstanbul’un Müslümanlarca fethinden ve Doğu Roma-Bizans İmparatorluğu’nun inkırazından sonra ise Ayasofya, o ‘feth-i mübîn’in ve de yine Tevhîd dininin sembolü olan mâbed olarak aslî hüviyetine tekrar kavuştu.
Ve 1934 yılında ise, bu ulu mâbed, ‘laisizm’in hükümranlığını en aşırı uygulamalar halinde sergilerken ‘müze’ye dönüştürülüyor ve bu kez de o laik tasallutun bir sembolü haline geliyordu, 86 yıl boyunca.