Mülkün sahibi yüce Allah’a nâmütenâhi şükürler olsun ki Ayasofya’nın müzeden camie tebdil edilmesini dünya gözüyle görmeyi bize lütfeyledi. Bizden önceki nesillerin ve onları takiben bizim neslin iki davası, ufkumuzdaki yıldızdı. Bunlardan biri Kıbrıs’tı. Daha 9 yaşımda bir ilk mektep talebesi iken tertiplenen Kıbrıs Mitinginde çok da bir şeyin farkında olmadan binlerce çocuk bir ağızdan haykırıyorduk: “Kıbrıs, Türk-tür, Türk kala-cak!!!”
Orta mektep, lise ve devamı senelerde şuurumuzun pekişerek gelişmesiyle Kıbrıs’ın yanına Ayasofya da eklendi. Bu defa üniversite yıllarımızdaki Ayasofya Mitinglerinde yine binlerce ağızdan “Zincirler kırılacak, Ayasofya kurtulacak!!!” diye gür bir şekilde slogan atıyorduk.
Bizler, şehid dedelerin torunları, bir imparatorluğu kaybetmiş babaların çocuklarıyız. ‘Harb-i Umumi’, ‘Seferberlik’, ‘kaç-kaç’, ‘Urus’, ‘Yunan’, ‘Ermeni’, ‘mezalim’, ‘kıtlık’, Sarıkamış, Çanakkale… gibi kelimelerle hayata gözlerimizi açmıştık. Sanki sağ kulağımıza okunan Ezan ve sol kulağımıza okunan Kamet’ten sonra ilk işittiğimiz kelimeler bunlar olmuştu.
Bu sebepledir ki kalem hayatına başladığımız 1976’dan günümüze dek yazı ve konuşmalarımızda galiba en fazla bu kelimeler geçti. Neslimiz, zengin bir mirası kaybetmiş talihsiz mirasçılar duygusunu taşıyor gibiydi. Kaderin cilvesine bakmalı ki askerliği de Sarıkamış’ta kendi boyumuzda karlar içinde yaptık. Yazılarımızda Moskof zulmü, Rus işgali, Fransız işgali, İngiliz hilebazlığı, Sarıkamış faciası, Oniki Ada, Garbî Trakya, Kerkük, Kıbrıs Ayasofya ihmali gayrı kabil mevzular oldu…
Her sene 29 Mayıs yaklaşırken Ayasofya’yı mutlaka yazdık. Hem İstanbul’un fethini kutlamak, hem Ayasofya’yı Haçlı dünyasının baskısıyla 09.00-17.00 mesaiye tâbi bir müze halinde rehine vermek hazmı mümkün olmayan bir ağır durumdu. Ayasofya’nın Sultanahmed Sebili karşısındaki kapısından girilen Hünkâr Mahfili, 1991’de ibadete açılmıştı. 28 Şubat faşizminin devam ettiği günlerde bir gün o tarafa işimiz düşünce burada bir öğle veya ikindi namazı kıldık. Fakat çok üzüldük. Mescid felâket manzaradaydı. Halılar, mihrab, minber, duvarlar her şey, her şey çok kötüydü. Namazı bitirip çıkacakken bir beyefendi yanımıza geldi. Buranın imamıymış. Üzüntümüzü ifade ettik. Yıldıray Şaşi Hoca aynen şöyle dedi: “Müze müdürü çivi çaktırmıyor!” Daha birçok şikâyetleri dile getirdi. Kendisini dinledik ve “sizi arayacağız” diyerek ayrıldık. Ertesi gün “müze” müdürüne telefon açarak randevu aldık ve Yıldıray Hoca ile birlikte ziyaretine gittik. Vaziyeti naklettik. Zaten bilmemesi mümkün değildi. Ayasofya’dan Hünkâr Mahfili’nin tamir ve ıslahı için gerekli müsaadeyi almış olarak ayrıldık.