Hz. Peygamber (sas)’in tebliğinden evvel savaş meydana geldiğinde ele geçirilen her türlü varlık ganimet olarak isimlendiriliyordu. Cahiliye döneminde Araplarda talan, İslamdan önce Türklerde de yağma kültürü vardı. Diğer kavimlerde de benzer uygulamalara rastlarız. Arap kabilelerinin bazıları başka kabilelerin mal ve hayvanlarını yağmalayarak geçimlerini sağlar; bunu hırsızlık olarak değerlendirmez, güçlünün hakkı olarak görürdü. Hz. Peygamber’in Müslümanlara Medine’ye hicret talimatı vermesinden sonra Mekke müşriklerinin Müslümanlardan bir kısmının mallarını almaları da talan kültürünün bir yansımasıdır.
Savaşlarda ya da kabilelerin birbirine saldırılarında ele geçirilen malların yanında insanlar da esir edilirdi. Bu esirlerin fidye-i necat (kurtuluş bedeli) karşılığında serbest bırakılması, karşılıksız azat edilmesi ya da köleleştirilmesi mümkündü. Hür bir insan bir gün köle olarak, zengin biri de fakir olarak uyanabilirdi.
İslam başkasına ait malı gasp etmeyi, kişinin rızası olmadan ya da gayrimeşru yöntemlerle almayı reddeder. İnsanın can, mal, din, akıl ve nesil muhafazasını temel hak olarak görür. Bu hakları dokunulmaz kılar. Kişinin haklarını kullanmasını sağlamak da otoritenin görevlerinden sayılmıştır.
Asr-ı Saadet’te Kur’an’ın rehberliğinde Hz. Peygamber’in uygulamasıyla şekillenen savaş ahlâkı, hukuku ve stratejisi ganimet ve savaşın maddî boyutuyla ilgili Müslümanlara mahsus bir durum ortaya çıkarmıştı. Müslümanlar başka bir grupla savaşmak durumunda kaldıklarında önce İslamı teklif eder; muhatap Müslüman olmayı kabul etmediğinde anlaşmaya davet edilir, ardından kendisinden güvenlik ve barışın devamı için bir miktar vergi vermesi istenirdi. Bu da kabul edilmeyip savaş kaçınılmaz olduğunda Müslümanların sadece savaşçıları hedef alarak savaşmaları; kadın, çocuk ve fiilen savaşa katılmayanları öldürmemeleri emredilmişti. Savaşta asıl gaye, düşmanın İslamın tebliğine engel olma imkân ve gücünün ortadan kaldırılması, düşmanlık yapmasının ve Müslümanlara zarar vermesinin önüne geçilmesiydi.