İslama göre herkes Allah’ın huzurunda eşittir. İnsanların birbirine üstünlüğünün ancak takva, ilim ve cihad ile olduğunu Kur’an-ı Kerim beyan eder. İslam hukukuna göre kadının kendi serveti olabilir. Buna ne babası, ne kocası, ne de çocuğu müdahale edebilir. Üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Kocası fakir bile olsa zevcesinin mallarına karışamaz. Hazret-i Peygamber’in (sav) zevcesi Hatice (ra), İslamiyetten evvel de sonra da ticaretle meşgul olup kâtipleri, memurları ve hizmetçileri vardı.
Osmanlılara baktığımızda vakıf kuranların yüzde 36’sının kadın olduğunu görürüz. Bu da Osmanlı cemiyetinde kadınların servet sahibi olduğunu ve servetlerini serbestçe tasarruf edebildiklerini gösterir. Hâlbuki Roma İmparatoru Iustinianus’un hazırladığı kanunlarda kadının statüsü akıl hastalarıyla bir tutulmuştu. İngiltere’de ise yakın zamana kadar evlenen kadının mal varlığı kocasına geçerdi. Kadın, ancak kocasının izniyle dava açabilirdi. İngiltere’de kadına mülkiyet hakkı ve akid serbestliği 1870’ten sonra verildi. Evli kadın ancak 1935’de kocasıyla eşit statüye gelebildi.
Buluğa ermiş kadın serbestçe dilediği kimseyle evlenebilir. Velisi onu zorla evlendiremez. Ancak kadının hayatını alıştığı gibi sürdürebilmesi için dengiyle evlenmesini ister. Kadın dindarlık, zenginlik, meslek, soy gibi cihetlerden kendisinden aşağı biriyle evlenmişse velisi bu evliliğe itiraz edebilir. Burada da gaye kadını korumaktır.