Yeni bir Soğuk Savaşın eşiğinde gibiyiz. Yalnız bu sefer dünya iki süper gücün değil, birbirini kollayan çok sayıda güç merkezinin etrafında kümeleniyor. Her merkezin kudret ve zaafları var tabii, hiçbiri ayağını sağlam bir zemine basmıyor. Minnacık bir virüs, Almanya-merkezli Birleşik Avrupa’nın bile ne kadar kırılgan bir yapı olduğunu kanıtlıyor. ABD’de petrol bir gecede (ne demekse?) sıfır doların altına iniyor, petrol gelirine bağımlı Rusya kara kara düşünüyor ve hep birlikte Çin’i suçluyorlar. Saatlerimizi bir asır öncesine geri alıyoruz!
Neler olmuştu bir asır önce? 1900’lerin dünyasında neler olup bittiğine dair okumalarım beni tarihçilerden çok romancıları dikkate almaya yöneltti. Kurgu eserlerde bir yandan ülke içi aydınların ve devlet adamlarının birbirleriyle mücadelesi ve özeleştirileri; diğer yandan da başlıca güç merkezlerine karşı tutumları irdeleniyordu. Tanpınar 1950’lerde, Kemal Tahir ise 1960’larda kaleme aldıkları kurgularda, yarım asır önceki gelişmeleri “canlandırmaya” çabalıyorlardı. Mesela Sahnenin Dışındakiler yüzyıl başı aydınımızın konumundaki müphemlik ve tatminsizliğe sâdık bir ayna tutuyordu. Tanpınar’a göre, bozuk musikiyle intikam marşları çalmak nasıl “sonunda milletlerin hayatında içinden bir türlü çıkılamayan kuyular hâline geliyor, bu yüzden hareket ve düşünce hürriyetimizi kaybedip lüzumsuz maceralara sürükleniyor, alalım düşmandan eski yerleri diye yaşayıp mütemadiyen kaybediyor” idiysek; temel millî meseleleri de gülünç ve yetkisiz cevaplarla münakaşa ediyorduk. “Bunlar Türkçülük meselesi, kadın meselesi, ferdiyet meselesi, içtimaî kalkınma ve adem-i merkeziyet meselesi, şahsî teşebbüs meselesi gibi davalardı. Fakat asıl mühimi zihinlere gelen şüphe ve tatminsizlikti.” Bu durum devlet idaresine de yansıyor, genç yöneticileri hızla yaşlandırıyordu. “Nazırları arasında Sadrazam Sait Paşa’dan başka kırk yaşını aşmış pek az adam bulunmasına rağmen devlet ihtiyardı. Arkasında sade kendi altı asırlık mâzisi değil, bütün ihtiyar Şark vardı.”