Hatay ve Musul gibi Halep de Misak-ı Millî sınırları içindeydi; bu yüzden zaferden sonra gidilen Lozan Antlaşması’nda dava ve talep edilmeliydi. Fakat Lozan’da, ayrılmaz bir bütün olan Misak-ı Millî sınırları esas alınmamış, “ne pahasına olursa olsun bir an önce antlaşma yapmak” politikası takip edilmiş ve taviz üstüne taviz verilmişti. Lozan müzakerelerinde İsmet Paşa, Halep konusunda doğrudan veya dolaylı olarak hiçbir talepte bulunmadı. Tam tersine, Halep’in kaybını öngören 1921 tarihli “Ankara İtilâfnamesi”nin teyidi talebinde bulundu. Hâlbuki Fransa ile imzalanan Ankara İtilâfnamesi tam anlamıyla ve hukuken bir antlaşma (muahede) değil, bir anlaşma (uzlaşma) idi. En önemlisi de bu İtilâfname Fransız parlamentosunda ve TBMM’de onaylanmış değildi. Dolayısıyla yapılması gereken, Lozan’da bu İtilâfname’yi müzakereye açmak ve Suriye hududunu, Misak-ı Millî’de belirlenen tabiî sınırlar olarak kabul ettirmeye çalışmaktı.
Ankara İtilâfnamesi’ni Sevr ile mukayese etmek gerekiyor. Nasıl ki Sevr mukabil parlamentolar tarafından onaylanmadığı için proje olarak kalmışsa, Ankara İtilâfnamesi de mukabil parlamentolarda onaylanmadığı için proje safhasında kalmıştı. Lozan’da bu durum dermeyan edilmeli ve Suriye hududu yeniden müzakereye açılmalıydı. Ankara İtilâfnamesi’nin savaş sırasında yapılmış geçici ve taktik bir ateşkes anlaşması olduğu ileri sürülmeliydi. Fakat İsmet Paşa Lozan’da bunun tam tersini yapmış; Ankara İtilâfnamesi’nin bütün ekleriyle kabulü için gayret sarf etmişti.
Hâlbuki diplomatik müzakerelerde prensiptir: Niyet edilen ve hedeflenenden daha fazlası istenir; niyet edilen noktaya kadar pazarlık yapılır ve en sonunda, en azından niyet edilen gayeye ulaşılır. Bu prensipten hareketle Lozan’da İsmet Paşa Halep’ten ötesini, hatta Suriye’nin tamamını talep etmeliydi. Pazarlıklar sonucu hiç olmazsa Halep dâhil Misak-ı Millî’nin gereği olan Suriye’nin kuzeyini alarak müzakereyi tamamlamalıydı. Fakat İsmet Paşa’nın Lozan’daki psikolojisi, muzaffer değil de mağlûp ve teslimiyetçi bir komutanın psikolojisine daha yakındı. Halep neden dava ve talep edilmeliydi? Çünkü Halep siyasî, sosyal, kültürel ve iktisadî olarak Misak-ı Millî sınırları içinde kalan bölge ile bütünlük arz ediyordu ve aynı hinterland içindeydi. Halep Antep’ten ayrılamaz; Hatay’dan, Urfa’dan, Maraş’tan ayrılamaz; Kilis’ten, Nusaybin’den ve Suruç’tan da ayrılamaz. Bütün bu yerler, aynı bütünün parçalarıdır. Ankara İtilâfnamesi’nin anormal sınırlarını Meclis’te tenkit eden İzmit Mebusu Sırrı Bey’in dediği gibi bütün bu yerler bir bütünün parçalarıdır; “coğrafya ve etnoğrafya birbirinden ayrılamaz.” Yine Sırrı Bey’e göre bu İtilâfname’nin kabul ettiği hudut gayr-i tabii ve gayr-i ilmîdir; ayrıca bu hudutlar Batılıların kabul ettiği “milliyetler” prensibine de aykırıdır.
Devamı Derin Tarih Nisan Sayısında…