Geride bıraktığımız ay başında DSÖ koronavirüsü henüz bir pandemi olarak kabûl etmemişti. Çin’i vak’a sayısında hızla geride bırakan ABD’de hasta sayısı 100’ün altındaydı, bize uğramamıştı bile. Bendeniz pandemikler arasında bir yerde olduğumuzu söylemiş ve kurtuluşun cerrahî maskelerin arkasına saklanmakta değil, elleri bol bol yıkamakta olduğunu yazmıştım. Çin’den gelen görüntüler üzerinden de bir tuhaf distopyanın ortasına düştüğümüzü zikretmiştim. Maksadım düşmanı tanımak ve gardı ona göre almaktı. Televizyonlar hastalığın ülkemize gelmesiyle beraber aynı şeyleri o kadar çok tekrar ettiler ki bırakın ufak tedbirleri, şimdi herkes epidemi ile pandemi arasındaki farkı ilmî bir makale ile izah edecek kadar malûmat sahibi oldu. Zaten bizim milletimizin diyanet, siyaset ve tababet üzerine hâkimiyeti meşhurdur. Beynamazımız fetva verir, veremlimiz ilaç yazar, memurumuz genel başkan olur.
Pandemi korkusunu iliklerine kadar hisseden insanımıza üzerine hükümler vereceği yeni bir kelime lâzım. Öyle bir kelime ki içine düştüğü distopyayı aşsın ve evden çalışmak çilesinden kurtulup ihtiyar ana-babasına yeniden sarılabilsin. Ben o kelimeyi biliyorum ve nasıl mümkün olabileceğini de… Eradikasyon! Tıbbî ıstılahta enfeksiyon hastalığını kaynağıyla beraber yeryüzünden söküp atmak mânâsına geliyor. Kökünü kazımak… Peki bu gerçekten mümkün mü? Örneği var mı? Mümkün, var! Çiçek hastalığı… Bin sene uğraşmış insanlık ama sonunda çiçek hastalığının eradikasyonunu (ve minellahi’t tevfîk) başarmış. Nasıl mı? Aşıyla! Çoğumuzda ilk aşının Edward Jenner tarafından -çiçek hastalığına karşı koruma sağlamak için bu hastalığa yakalanan ineklerin püstüllerinden aldığı mayalarla- geliştirildiği kanaati hâkimdir. Hâlbuki insanoğlunun çiçek hastalığı ile tanışması binlerce sene evveline dayanır ve hastalıktan kurtulmak için aşı kullandığına dair deliller de mevcuttur.
Devamı Derin Tarih Nisan Sayısında…