İnsanların ve toplumların hayatında “geçiş” dönemleri önemlidir. Mesela bir çocuk, belirli bir yaşa gelince “ergenlik bunalımları” yaşar. Neden yaşar? Çünkü o, artık çocuk olarak görülmüyor; ancak yetişkin biri olarak da tanınmıyor. Bu arafta ya da arada kalma hali o çocuğa sıkıntılar yaşatabilir. Toplumlar da bu mânâda bir çocuğa benzerler. Özellikle geçiş dönemlerinde devletler de bir insan gibi “ergenlik” sancıları yaşarlar. Mesela Göktürklerden Uygurlara, Uygurlardan Karahanlılara, Karahanlılardan Selçuklu’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, hatta Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti tarihine geçişler hep sancılı olmuş, bu geçiş süreçlerinde pek çok olay yaşanmıştır. Sanat-edebiyat dilinde bu geçiş süreçleri için “çatışma” tabiri kullanılır. Hatta çatışma olmadan sanat olamayacağı görüşü de herkesin kabul ettiği bir sanat düsturudur. Roman kuramcısı Lukacs, Roman Kuramı adıyla Türkçeye de çevrilen kitabında, burada söz konusu ettiğimiz çatışmayı iki açıdan ele alır. Lukacs’a göre çatışmanın toplumsal (millet) boyutu kadim zamanlarda “destan”lara konu olmuştur. Gerçekten de destanlar bir milletin adeta var oluş hikâyesini anlatırlar. Batı literatüründe bu hikâyeler “epik” ya da “epope” kavramıyla adlandırılır. Söz konusu çatışmanın bireysel boyutu da modern zamanlarda “roman”a konu olmuştur. Kaba bir genelleme ile ifade edecek olursak, epik anlatılarda milletin, roman sanatında da bireyin hikâyesi anlatılmıştır. Bu gerçeği Lukacs, bahsi geçen kitabında roman sanatının tarihçesi bağlamında da ele alır. Yani roman sanatı esasında epik olan anlatı formunun dönüşmesi ile roman sanatına evrilmiştir.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…