Afrika nedir? Wallerstein 31 yıl önce bu tuhaf soruyu sorarken, Afrika’nın bir “Avrupa kelimesi” olduğunu berkitmek ve Hıristiyanlık, Bilim ve Teknoloji üçlüsünün el ele vererek yüz milyonlarca insanı nasıl tarihten dışladığını göstermek istiyordu. “Bu süreçte, Hıristiyanlığın kendi tanrısı için Afrikalıları ihtida ettirme gayesi, bilimsel gerçek ve teknolojik ilerleme kavramlarında somutlaşan daha seküler bir evrenselcilik biçimiyle değiştirildi, bir ölçüde de onun yedeğine alındı.”1 Ondan çeyrek yüzyıl önce Jean Genet aynı soruyu belki daha çarpıcı bir biçimde sormuştu: “Fakat nedir bir siyah? Ve öncelikle hangi renktendir?” (Les negres, 1960.) Wallerstein’e göre, Genet’nin farkına varmamızı istediği şey, evrensel tanımının özel bir sistemin (kapitalist/modern dünya-sistemin) özel tanımı olduğu ve “o sistem içinde özelin tanımının hiçbir özelliğinin olmadığı, özelin o sistemin evrenseli olduğudur.” Sistem iyi çalıştığı müddetçe, bu tartışma bile “kültürel hiyerarşi yapısını ve sistemde içkin zulüm ve baskıyı pekiştirmeye yarıyor.” Sömürgecilik sonrası Afrika edebiyatının misyonu önce bu evrensellik iddiasını reddetmek, sonra zulüm ve baskıyı ortadan kaldıracak toplumsal psikolojiyi hazırlamaktı. Kolay iş sanmayın; 1972 yılında bile Charles Larson bir Amerikan üniversitesinin yayımladığı eserinde, eh Afrikalılar da artık yavaş yavaş roman yazmayı öğreniyorlar, diyebiliyordu.
Devamı Derin Tarih Ekim Sayısında…