Kitabınızda Abdülhamid devri için, “Dönemin istihbarat sistemi kimileri için devletin iç ve dış düşmanlarla çevrili olduğu bir dönemde otoriter bir iktidarın sembolüdür, kimileri için ise denetim ve ahlak boşluğundan kaynaklanan ispiyon ve gammazlık düzenidir” diyorsunuz. Bu yaklaşımları göz önünde bulundurarak, dönemle ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün mü?
Aslında Sultan Abdülhamid devri istihbarat sisteminin otoriter bir iktidarın parçası olduğu algısı, Cumhuriyet döneminde değil, 1908’de başlayan 2. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkıyor. Çünkü Meşrutiyet döneminde iktidarda güç kazanmaya başlayan İttihat ve Terakki mensupları, Sultan Abdülhamid’in mutlakıyet sistemiyle uzun yıllar bire bir mücadele etmiş ve çoğu kez bu sistemin istihbarat ağına takılmış kadrolardan oluşuyordu. Örneğin Kazım Karabekir’in hatıralarına baktığınız zaman şunu açıkça görürsünüz: Enver Bey dâhil birçok İttihat ve Terakki mensubu, Sultan Abdülhamid’e ya da Arap İzzet Paşa gibi yakın adamlarına İstanbul’da suikast düzenlemenin yollarını defalarca aramışlar. Mesela Enver Bey, 1908 Meşrutiyet hareketi başlamadan önce, Ramazan ayındaki Hırka-yı Şerif alayında Sultan Abdülhamid’e suikast düzenlemeye karar verdiğini Karabekir’e ifade ediyor, bu ifade hatıratta aynen yer almakta. Yine hemen aynı tarihte İttihat ve Terakki’nin Selanik Merkez-i Umumisi Arap İzzet Paşa’yı öldürerek, İstanbul’da bir hareket ortaya çıkarmanın planlarını yapıyor.
Tabii tüm bunların hayata geçirilmesini engelleyen kuvvetli bir istihbarat ağı var, bilhassa İstanbul ve çevresinde. Peki bu adamlar bunu neden yapmak istiyorlar. Bir Enver Bey ya da bir Kazım Karabekir Rumeli’de birçok kez komitelerle silahlı çatışmalara girmiş, başlarından çok şey geçmiş vatansever insanlar. Bunlar bu çatışma ve kaos ortamının da etkisiyle Sultan Abdülhamid idaresini keyfi idare olarak görüyorlar. Eğer iktidar bir şekilde değişirse işlerin düzeleceği yönünde bir fikre sahipler. Ama 2. Meşrutiyet ve sonrasında gelişen olaylar bunun pek de o kadar kolay olmadığını gösteriyor. “Otoriter bir iktidarın sembolü” ya da “ispiyon-gammazlık düzeni”, adına ne denirse densin, tarihî gelişmeler bize şunu gösteriyor: Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda içinde bulunduğu durum itibariyle kuvvetli ve iyi işleyen bir istihbarat ağına sahip olmak zorundaydı. Bu, imparatorluğun varlığını devam ettirmesi için bir anlamda zorunluluktu. Çünkü 19. yüzyıl, bir yandan insanoğlunun her alanda gelişim gösterdiği aydınlık, fakat yeni tehditlerin ortaya çıkması bakımından bir o kadar karanlık bir yüzyıl. Bu dönemde imparatorluğun genelini tehdit eden ve
özellikle 1880-90’larda zirveye tırmanan Batı emperyalizmi, yükselmeye devam eden milliyetçilik hareketleri, suikastlar, komiteleşmeler, üretilen yeni silahlar, ideolojik çatışmalar, artan anarşizm ve daha sıralanabilecek onlarca farklı kaynaklı tehdit, sözünü ettiğimiz istihbarat çalışmalarından yararlanılarak karşılanmaya çalışılmıştır.