Üstad Kadir Mısıroğlu’nun hayatın her sahasındaki ölçüsü İslam’dı. Ehl-i sünnet ve-l-cemaat itikadı üzerine bir hayat sürmekteydi. Tasavvuf fikriyatı da ehl-i sünnet üzere olup Seyyidü’t-taife Cüneydî Bağdadî (ks) hazretlerinin söylediği gibi “bizim ilmimiz kitap ve sünnetle kayıtlıdır” şeklindeydi. Ona göre şeriat esas olup tasavvuf şeriatta derinleşmek mânâsını ihtiva ediyordu. Bu zaviyeden bakıldığında ilk dönem selef anlayışında olduğu gibi tasavvufu şeriatta derinleşmek mânâsında fıkh-ı bâtın olarak görmekteydi diyebiliriz. Üstada göre şeriat bazı zümrelerin dediği gibi en içte bir daire; tarikat, hakikat ve marifet şeriatın dışında ve onu kapsayan daireler olmayıp tam aksine şeriat en kapsayıcı ve en geniş daire olup tarikat, hakikat ve marifet sırasıyla bu dairenin içinde daha derunî mertebeleri ifade etmekteydi. Bu sembolizm ile tasavvufî anlayışını çok sarih bir şekilde ortaya koymaktaydı.
Bu mânâyı destekler mahiyette bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardı: “Pergelin bir ayağı sabittir. O da şeriattır. Bu ayak kayarsa o tasavvuf, tasavvuf değildir. Bunun için en sağlam tarikat Nakşibendî tarikatıdır. Çünkü Nakşî meşayihi zahir ilimleri hazmeden adamlardan çıkar. Şeriatı hazmeden adama tarikat gerekir. Bazı tarikatlar aşk var mı yeter, ilim olmasın der. Öyle adamın ayağı kolay kayar. Onun için kıyamete yakın Nakşî tarikatı çoğalacaktır. Dede Paşa (ks) şeriatın galebesine paralel olarak Nakşîliğin de galiben yaygın olacağını beyan buyururdu. Çünkü Nakşîlerde meşayih hacegândır.”