Mütebessim dergimiz Nihayet’in Haziran sayısı bizi “gitmesek de görmesek de bizim köylü” Müslümanlarla tanıştırdı: Kızılderililer, Pigmeler, Orang Asliler, Çinli Huiler, Aborijinler… Kızılderili Cheraw milletinin Peedee kabilesinden, uzun kara sakallı Hasan Abdülhak Grooms, kabiledaşlarının çoğunun Hıristiyanlaşmasının sebeplerini izah etmeye çalışırken, bizi Nijeryalı Achebe ile Senegalli Şeyh Hamidu Kan’ın romanlarına geri götürüyor: “Atalarımın inancında doğa ruhlarına ve atalarımızın ruhlarına tapmak vardır. Bu inancın uygulamaları, İngilizler ülkeye geldikten sonra yavaş yavaş kaybolmuş. Hıristiyanlığı reddetmişler ama çocuklarını, ittifak kurabilmek maksadıyla, İngiliz okullarına göndermişler. Bu çocuklar orada aslında Hıristiyanlığı öğrenmişler.” Mahrem Macera’da Diallobeliler, çocuklarını beyazların okuluna “haksız yere yenme sanatını” öğrenmek; en azından bu sanatın ölümcül etkilerinden sakınmak için göndermek istiyorlardı. Çünkü beyazlar geldiğinde, kalkanlarını çekip mızraklarını sivriltmiş ve tüfeklerini kurmuş olsalar da, karşıdan toplar gürlemeye başlayınca “neye uğradıklarını anlamadan” yenilmiştiler. Top, bedenlerini yok ediyor; okul ise ruhlarını büyülüyordu. Bu yüzden, “esas konusu elem” idi hikâyemizin.