1920’de, genç yaşta ebedî âleme intikal eden büyük hikâyecimiz Ömer Seyfeddin’e “sen yazarsın” denilseydi, nasıl karşılardı? Elbette tuhaf! Ömer Seyfeddin o zaman yaptığı işe bakılarak nasıl adlandırılırdı? Hikâye yazıyordu, o bir “edib”di, yani “edebiyatçı.” Ya 1962’de vefat eden Ahmet Hamdi Tanpınar sağlığında hiç “yazar” olarak tesmiye edilmiş miydi? Cevap “hayır”dır!
20.yüzyılın başında meşhur “yazar”larımız arasında bulunan Ahmed Rasim bir kitap yazdı: Muharrir, Şair, Edib. Bu kitap onun matbuat (basın) hatıraları mahiyetinde. Yazma merakı nasıl uyandı, nasıl gazeteciliğe başladı, edebiyat camiasından kimlerle tanıştı… Bu kitabın başlığındakilerin hepsi “yazar” şimdi. Şairler paçayı kurtardılar. Onlara “ozan” dediler, “koşukçu” dediler tutmadı. Hatta “yırman” dediler, yine olmadı; onlar hâlâ şair!
Ya “edib”le “muharrir”? Onlar artık “yazar”! 1990’ların başında Türk cumhuriyetleri yazar kuruluşlarıyla Türkiye Yazarlar Birliği adına yürüttüğümüz temaslarda gördük ki, “yazar” diye bir kelime bilmiyorlar. Yazıcı, yazıçı var onlarda. Yazarlar Birliği yerine “yazıcılar ittifakı”, “yazıcılar birleşiği”, “yazıcılar otağı” gibi kuruluşlar var. Dahası “Soyuz Pisatili” var! Doğudan batıya, kuzeyden güneye Türklerin zihin dünyasının nasıl müdahalelere maruz kaldığı bu adlandırma farklarından da anlaşılıyor.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…