Ortadoğu’nun yüz yıldır hiç azalmayan ateşi, ABD yönetiminin meşum kararıyla bacayı sarmaya başladı. Belki yüz yıl daha sürecek talihsiz bir kan ve ateş çağının eşiğindeyiz. Müslüman halkların Kudüs’le çarpan yüreklerinden şu kararlı çığlık yükseliyor: Ya istiklâl, ya ölüm!
Peki, neler oluyor? Wilson’dan bu yana, yani en az yüz yıldır, self-determinasyon ilkesini adeta kutsallaştıran ve dekolonizasyona öncülük eden ABD, şimdi neden ateş körükçülüğü yapıyor ve kendi koyduğu ilkelere ters düşüyor? Cevap çok basit: Kendi de düşüyor, ondan!
Kapitalist uygarlıkta yükselmekte olan güçler “merkantilist-sömürgeci”, yükselmiş güçler “liberal-sömürgeci”, düşmekte-olan güçlerse “militarist-sömürgeci” olurlar. Amerikan iç pazarının genişliği ve başka bazı avantajlar, ABD için birinci aşamayı büyük ölçüde gereksizleştirdi. 20. yüzyıla liberal sömürgeciliğin sözcüsü olarak girdiler. O şatafatlı self-determinasyon ve dekolonizasyon kavramları böyle bir büyülü “ülkücü gerçekçilik” ortamında icat edildi.
Self-determinasyon, halkların/ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı. İnsanî düzlemde hiç kimsenin karşı çıkamayacağı kadar yüksek bir ahlâkî ilke. Her halk elbette kendi kendini yönetme hakkına sahip olmalıdır! Wilson’dan birkaç yıl sonra Lenin’in de gönülden benimsediği bu ilke, 20. yüzyıl boyunca Doğu ile Batı’yı, Komünizm ile Kapitalizmi (ABD ile SSCB’yi) birbirine bağlayan tek köprüydü.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…