2016 yılında yayımlanan ve bugüne kadar defalarca basılan Ben, Öteki ve Ötesi: İslam-Batı İlişkileri Tarihine Giriş adlı önemli kitabınız ilim ve fikir çevrelerinde geniş yankılar uyandırdı. Siz İslam ve Batı arasındaki ilişkilerin tarihini “ben ve öteki” arasındaki diyalektik üzerinden inceliyor ve irdeliyorsunuz. Sadece tarih yok kitabınızda, tarihe bir düşünür olarak bakan bir yazar da var. Bu iki alanı buluşturmak gibi cesaret gerektiren bir eseri yazmaya neden ihtiyaç duydunuz?
Gerek Türkiye’de, gerekse yurt dışında yaptığım çalışmalarda İslam-Batı ilişkilerinin hemen her alanda karşıma çıktığını erken bir dönemde fark ettim. Tarih yazıcılığından uluslararası sistem tartışmalarına, felsefeden edebiyata, dinler tarihinden modern İslam dünyasının sorunlarına kadar çok geniş bir alanda meseleler bir şekilde İslam ve Batı toplumları arasındaki ilişkilerin mahiyetiyle ve tarihî serüveniyle irtibatlı. Avrupa-merkezci tarih ve kültür anlayışının sorgulanması gerektiğini üniversite yıllarında hissetmeye başlamıştım. Zira bu tarih tasavvurunda biz yokuz; Batılı olmayan hiçbir toplum ve medeniyet yok. Bizler Batı tarihine eklenmiş birer küçük dipnot yahut detay olarak muamele görüyoruz. Bu haksızlığı neden kabul edelim?
Ama bu adaletsizliğe karşı çıkmak için bizim ortaya ciddi bir çaba koymamız gerekiyor. Biz kendi hakkımızı arama gayreti içinde olmazsak başkalarından nasıl adalet talep edebiliriz? Dahası Batı’da yapılan Avrupa-merkezcilik eleştirileri bir noktadan sonra yine Batı düşünce sistematiği içinde üretiliyor ve Batılı paradigmanın dışına çıkamıyor. Heidegger’in modern hümanizm ve teknolojik medeniyet eleştirisi elbette önemlidir ve dikkatle incelenmelidir. Ama o eleştiriden hareketle ben kendi varlık tasavvurumu ve dünya görüşümü inşa edemem. Daha farklı temellere, mefhumlara ve araçlara ihtiyacım var. Bunu da ancak biz kendi çabamızla -tabii ki dünyaya kendimizi kapatmadan- yapabiliriz.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…