Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in de tanımladığı gibi perde her yerde süsüne düşkün vefalı dostu olmuş insanoğlunun. İnsanların, onları yabancı gözlerden ve dışarıdan gelen rahatsız edici ışıklardan korumak için dizayn ettiği dekoratif kalkanlar desek daha doğru olur aslında. Tarihî serüvenleri boyunca kâh bizleri soğuktan korumak için birer kapı, kâh evlerde ayrı odalar oluşturmak için büyük duvarlar olmuşlar. Modern zamanlarda ise olması gereken yerde tahtına kurulmuş, yalnız pencere kenarlarında görülür olmuş bu narin kumaşlar.
Perdenin bu ilginç hikâyesi tarih öncesi dönemlere kadar uzanıyor. İnsanların barınma amacıyla kullandıkları yerlerin girişine astıkları postlar ilk ilkel perdeler olarak bilinmekte. Yerleşik hayata geçen toplumlarda haneleri dışarıdan izole edebilmek için halı ve kilim kullanılırken, daha sonraları en değerli kumaşların dokunmaya başlanmasıyla değişime uğramış perdeler. Seneler boyunca, yaşanılan mekânlarda içerisi ve dışarısı arasında tek bağlantı sadece kapılar olmuş. Bu yüzden geçmişe baktığımızda perdeyle ilgili bildiklerimizin çoğu pencere değil, kapılarda kullanılan perdelerden geliyor.
Pencerelerimizin yegâne ihtiyacı olan perdelerin aslında kapılardan geçerek hanelerimize girmiş olması hayli şaşırtıcı. İsterseniz gelin bu öyküye daha yakından bir göz atalım.
Net bir bilgiye ulaşılamamakla birlikte bazı kaynaklara göre ilk pencere perdesi Latinler tarafından kullanılmış. Eski Mısır’da da perde kullanımının yaygın olduğunu biliyoruz. Antik Yunan ve Roma’da ise tapınakların dekorasyonlarında üzeri resimli keten kumaşlardan yararlanılmış. 6. yüzyıldan itibaren Bizans’ta ipek üretimi oldukça büyük boyutlara ulaşmış. Bu dönemde son derece renkli, desen ve kompozisyon açısından zengin kumaşlar üretilmiş ve İstanbul’da satılmış.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…