Geçenlerde bir edebiyat dergisinde gördüm. Yazar, twitter’daki mention’laşmalarını yayınlamış. Şaşırdım önce. Sonra bazı e-postaların da kitap olarak yayınlandığını hatırladım. Eskilerin mektubât ya da münşeat dediği türden eserlerin yerini yakında “Mail-nâme” ya da “Mention-nâme”ler alacak gibi. Artık bunlara alışmalıyım, alışmalıyız. Çünkü görünen o ki, çok sık karşılaşacağız böyle şeylerle.
Artık kimse eline kalemi kâğıdı alıp ailesine, akrabalarına, hocasına ya da sevgilisine mektup yazmıyor. Şayet yazan varsa bana da gönderirse sevinirim, birinden mektup almanın ne demek olduğunu bilmeyen bir kuşağa mensubum zira.
“Telefon, e-posta, Skype gibi hızlı, kolay, pratik iletişim araçları dururken neden mektup yazalım ki?” dediğinizi duyar gibiyim. Gönderdim gitti mi? Eline ne zaman ulaşır? Acaba postada kayboldu mu? Ne zaman cevap yazar? Bir sürü dert tasa… Şimdi en fazla aradığımız kişi telefonu açmazsa söyleniyoruz: “Madem açmayacaksın niye taşıyorsun o telefonu?”
Kim uğraşır mektup yazmakla, cevap beklemekle… Elbette, devir sürat devri. Her şeyi en kolay, en hızlı, en kısa sürede yapacağız!
Hayatın yavaş aktığı, insanların zamanının bereketli, sabrının çok olduğu zamanlardan mektuplar geldi masama: Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine şahitlik eden ve Cumhuriyet devrinde de önemli roller oynayan asker, siyaset adamı, şair, yazar, ressam, tiyatrocuya ait 99 mektup Bâkî Muhabbet adlı bir kitapta toplanmış.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…