Sultan II. Abdülhamid Han zamanının bir çöküş ve yozlaşma dönemi olduğu tiridini ısıtıp ısıtıp önümüze getirenler Fransız araştırmacı Paul Imbert’in tam da Sultan’ın tahttan indirildiği 1909 yılında Paris’te bastırdığı La Renovation de L’Empire Ottoman (Osmanlı İmparatorluğu’nda Yenileşme Hareketleri) unvanlı kitabının başındaki satırlarını hiç mi okumazlar acaba? İşte o şaşırtıcı satırlar:
“Ama işte birden hiç umulmadık bir olay, ‘Hasta adam’ içine gömüldüğü uyuşukluktan silkinip çıkıyor; Türkiye kendi gücüyle kalkınacağını duyuruyor. Batı bu sıçramayı biraz birdenbire olmuş gibi görüyor belki; ama sanıldığı kadar önceden belli olmamış değildi bu. Yıllar öncesinden beri canlanma belirtileri başlamış, fikrî ve manevî olduğu kadar ekonomik alanda da güçlü bir çaba harcamaya girişilmişti. Anadolu, Lübnan, Hicaz demiryolları gibi büyük demiryollarının yapılması, ilk, orta, yüksek okullarla meslek okullarının açılmasıyla öğretimin yoğun olarak yaygınlaştırılması, Abdülhamid’in padişahlık dönemini simgeleyen reformlar yeniden canlanma imkânını sağlamış bulunmaktaydı. (…) Ülke uzun süreden beri reformlara hazırlandı. Otuz yıldır sessizce gelişmekteydi; kararlılıkla ilerleme yoluna girdi.”
Fransız araştırmacı böyle diyordu ama düşmanlık duygularına yenik düşen Jön Türklerin akıl hocalarından Katolik Paul Fesch’e göre Sultanın öldürtüp Haliç’e attırdığı insan sayısı o kadar çoktur ki, Haliç’teki gemiler onlar yüzünden demirleyememekte, hatta çıpaları cesetlere takılmaktadır! El-İnsaf. Yalanın bu kadar kuyruklusu 100 yılda bir uğrar dünyamıza…
Velhasıl anlayın Son Sultanın ne kadar büyük bir gadre uğradığını…
Kızıl Sultan, dediler, Gaddar Türk dediler ona, Zalim, Despot. Firavun, Hain Halife, “Kur’an düşmanı” yaftalarının birini çıkarıp öbürünü taktılar boynuna. Üstelik hepsi bu kadar değil. Küfür ve hakaretleri ise hiç saymıyorum. Lakin bu millete yine de onu unutturamadılar.
Prof. Şükrü Hanioğlu’nun Derin Tarih’te çıkan bir yazısından (Şubat 2015, sayfa 48-52) öğreniyoruz ki, bazı muhalifleri, kendileri dinsiz oldukları halde ve ideolojileriyle çelişkiye düşmek pahasına, sırf halkın gözünden düşürebilmek maksadıyla onu “Dinsiz Padişah”(!) diye suçlamaktan utanıp arlanmamışlardı. Halk bu propagandayı satın almayınca dönmüşler, bu defa dışarıya onu ‘Dinci Padişah’(!) diye jurnallemeye kalkmışlardı. Oyunu anladınız. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oynananlara ne kadar da benziyor, değil mi?
Oysa Sultan emperyalizme karşı oyunlar peşindeydi. Bunu biz söylemeyelim, Avrupa’nın Diplomasi Tarihi’ni kaleme almış Fransız profesör Antonin Debidour söylesin:
“Sultan Abdülhamid İslam dinini sadece kendi imparatorluğunda değil, dışarıda da canlandırmak ve Hıristiyan dünyaya karşı silahlandırmak için elinden gelen çabayı sarf ediyordu. Bu yüzden Afganistan’da kışkırtılan kalkışmalardan bahsetmiyoruz bile, Ağustos ve Eylül 1881’de Tunus ve Güney Oran (Cezayir) isyanları ve nihayet aynı yılın sonunda sözde milli Mısır hareketi meydana geldi” (Histoire diplomatique de l’Europe, cilt 1, 1890, s. 544, not 1).
Hasılı onun elini bağlamaya çalışanların sadece içeridekiler değil, dışarıdaki üst akıl da olduğunu bilmemiz lazım.
Dosyamızda Sultan II. Abdülhamid’i bu defa sorularla tanımaya davet ediyoruz sizi. Merak ettiklerinizi uzmanlarına sorduk. Her zamanki gibi yine zevkle okunacak ve istifade edilecek zenginlikte bir dosya hazırladığımıza inanıyoruz. Takdir tabii ki sizin.
Mağdur ve mazlum Sultanı tanımak bugünü daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Bereketli okumalar…