Tarihî şartlar, öyle ya da böyle, bin yılı aşkın süredir Araplarla Türklerin kaderlerini müşterek kılmıştır. Bu yazıda söz konusu ortaklığın zaman içinde nasıl bir gelişim gösterdiğini veya hangi şartlarda ortaya çıktığını tartışmaktan ziyade, bu ilişkinin farklı evrelerinde Arapların Türkleri nasıl algıladıklarına bakarak Arap-Türk münasebetlerinin karmaşık yanlarına ışık tutmayı amaçlıyorum.
Zamanla ilişkinin yapısında meydana gelen değişikliklerin her zaman güç dengesine göre şekillendiğini söyleyemeyiz. Kimi zaman eşit durumdaki “partnerler”, kimi zaman “hükmeden ve tebaa”, bazen de tarih ve kader onları bağlasa da, birbirinden son derece uzak ve uzlaşmaz çıkarların ayırdığı “düşman kardeş” oldukları görülür. Bilhassa 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması neticesinde, Arap topraklarından [Türklere] ilişkin yükselen sesler, bu ikircikli ilişkinin son ve en ilginç halkasını meydana getirmiştir.
1291 yılından bir örnekle başlayalım. Memlûk Sultanı El-Eşref Halil’in Şam’daki son Haçlıları temizlediği tarihtir bu. Şamlı şair Şibabu’d-Din Mahmud sevinçle karşıladığı bu olaya şu mısralarla başlayan bir şiir yazmıştır:
Elhamdülillah, Haçlıların bayrağı yere düştü,
[Muhammed] El Mustafa’nın dini Türkler sayesinde kuvvetlendi.