Öncelikle şunu sormak istiyorum: Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm’ın ilk cildi 2008’de çıktı. 2. cildin gecikmesinde sizin yoğunluğunuz mu, yoksa Türkiye’nin gündem yoğunluğu mu daha ağır bastı?
Kitapların da bir kaderi var diyelim istersen. 2. cildi bir iki sene içinde bitirebileceğimi düşünüyordum fakat başka çalışmalar ve kitaplar geldi, bunun önüne geçti. Tahminimden daha fazla emek isteyen kısımlar da çıktı doğrusu. Hacmin 650 sayfaya yaklaşması da bu yüzden. En önemli mesele dinî konularda güvenebileceğiniz, ideolojik olmayan ikinci el kaynaklar çok sınırlı ve yetersiz. Basın, mevzuat, Meclis zabıtları taramaları teknik olarak yapılmamış. Bu ciltte laiklik, din eğitimi ve dinî yayıncılığa tahsis edilmiş bölümlerde kullanılan kaynak ve malzemenin önemli bir kısmı orijinaldir ve yeni devreye girmektedir.
Kitabın ilk bölümü çok dikkat çekici, bilhassa “Cami, kışla, siyaset-darbeler sonrası din-siyaset ilişkileri” bahsi. 15 Temmuz darbe teşebbüsünü gerçekleştiren sözde “Yurtta Sulh Konseyi” de TRT’de okuttuğu bildirisinde “laiklik”i ön plana çıkarmıştı. Tarihî perspektiften baktığınızda “laiklik tehlikede” vurgusu ne kadar geriye gidiyor?
“İrtica” edebiyatı ve bunun kuvvetli bir siyasî tehdit ve muhalefeti bastırma unsuru olarak gösterilmesi, kullanılması 31 Mart hadisesine, yani l909’a kadar çıkıyor. “Laiklik tehlikede” edebiyatı ise daha ziyade 2. Dünya Savaşı sonrası şartlarda, çokpartili hayata geçişin sancıları arasında yükselişe geçiyor, 60 darbesiyle bir daha değişmeyecek şekilde katılaşarak yerleşiyor. Atatürkçülüğün, Atatürk ilke ve inkılâplarının irticanın yanına kuvvetlendirici bir unsur olarak yerleşmesi de aynı süreç içinde oluyor. Dolayısıyla özellikle tekpartili yıllarda ve sonrasında hâkim başlık yine irticadır, mürtecidir. “İrtica ve laiklik düşmanları” başlıkları aslında muhalefetin adıdır.