Musul Hz. Ömer (ra) döneminde İslam hâkimiyetine giren bölgeyle beraber bir İslam şehri haline geldi. Tuğrul Bey’in Bağdat’a davet edilmesiyle bölge Türk idaresine girmiş, Lozan Antlaşması’na kadar da (Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar) bu şekilde kalmıştır.
Şam, Osmanlı Devleti’nin güney coğrafyasının ne kadar önemli bir eyalet merkezi idiyse Musul da El-Cezire-Mezopotamya bölgesinin aynı derecede önemli bir eyalet merkeziydi.
Yavuz’un Çaldıran Zaferi (1514) sonrasında Osmanlı’nın bir parçası olmuş, Kanunî döneminden itibaren de Süleymaniye ve Kerkük sancakları başta olmak üzere çevredeki bütün yerleşim birimlerinin güçlü bir eyalet merkezi haline gelmiştir. Bugün Irak’ın ikinci büyük şehri olan Musul, 20. yüzyılın başlarında bağrında 350-400 bin civarında nüfusu barındırıyordu.
Sanayi devrimini tamamlamış bir Avrupa, bütün dünyanın hammaddesini ve zenginliklerini kendi coğrafyasına taşıyordu. Her şehrinde onlarca fabrika bacası tüten Avrupa’nın tek bir endişesi vardı: enerji. Kömür madenleri kısa zamanda tükenebilirdi. Afrika’dan taşıdığı kömür ise hem kalite açısından düşüktü, hem de astarı yüzünden pahalıya mâl oluyordu. Osmanlı’nın güney coğrafyasında keşfedilen petrol, başta İngilizler olmak üzere Avrupalı sömürgecilerin iştahını kabartıyordu haliyle.
Petrolce zengin toprakların başında Musul geliyordu. İştahı en kabarık ülke İngiltere idi tabii. Zira Musul, İngiltere için sadece petrol açısından önemli değildi. Aynı zamanda sömürgesi ve zengin hammadde kaynağı olan Hindistan’a giden yolun üzerindeydi. Meşhur Sykes-Picot Anlaşması’yla Irak Fransa ve Rusya’nın onayıyla İngilizlere bırakılmıştı. Bu anlaşmaya dayanarak İngilizler Hindistan’daki kuvvetlerini Basra Körfezi’nden Osmanlı’nın güney coğrafyasına soktular.
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…