Bizden Size

Denis Michael Rohan adlı Avustralyalı bir Hristiyanın 21 Ağustos 1969 günü Mescid-i Aksâ’yı ateşe vermesi, Ortadoğu yakın tarihinin dönüm noktalarından biriydi. Ülkesinden, önce Londra’ya, ardından Filistin’e gelen Rohan, iki gün sonra İsrail yetkili makamları tarafından tutuklandığında eyleminin amacını şu sözlerle açıklamıştı: “Tanrı’yı kıyamete zorlamak istedim.” Siyonist öğretiden derin bir şekilde etkilendiği bilahare tespit edilen Rohan, Mescid-i Aksâ’nın yerine Süleyman Mabedi’nin inşasını sağlamayı, sonrasında da Mesih’in gelerek Cennetin Krallığı’nın kurulmasının önünü açmayı planlıyordu. En azından, Aksâ’yı kundaklarken aklındaki teolojik kurgu bu şekildeydi. Denis Michael Rohan’ın peşinden sürüklendiği ideoloji, Siyonizm’in bilhassa Avrupa ve Amerika’daki Hristiyan çevrelerin içinde nerelere kadar uzandığını bilenler için...

İlmîye İcâzetli Bir Sanatçı: Mimarzâde Mehmed Ali Bolevî – 2

Devletin bekâsı gereği Hac vazifesini yerine getiremeyen Osmanlı padişahları için tasavvur ettiği kutsal beldeleri hat ve resim sanatıyla buluşturan Mimarzâde Mehmed Ali Bolevî; iki tabloda Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Yıldız Sarayı, Hicaz Demiryolu ile dünya ve yıldızlar âlemini tasvir etmişti. Böylece hem padişahların mukaddes topraklara hasretini gidermiş hem de İslâm Birliği anlayışını tuvale taşımıştır. Bolevî’nin bu eserleri, Halife-Sultan olan padişahların yaptırdığı büyük selâtin camiler olan Fatih ve Sultanahmet’te sergilenmektedir.

Siyonizmin Meşruiyet Arayışlarında Endülüs

Altı Gün Savaşı’na (1967) dek Yahudi-Arap ilişkilerinin tarihine rengini veren yaklaşım Endülüs efsanesi olmuştu. Aslen Yahudi ediplerin imal ettiği bu efsaneyi Müslüman Arap edipleri kendi amaçları doğrultusunda sahiplendiler. Yahudiler Endülüs sopasıyla Avrupa anti-simitizmini dövmüşlerdi. Onlar ise Siyonizm ve İsrail’i Endülüs efsanesi ile yermek istiyorlardı. Meselenin uzmanı tarihçi Cohen ise 20. yüzyılda uydurulan Endülüs cehennemi gibi 19. asırda icat edilen Endülüs cenneti de efsaneden ibaretti.

Belki Hâlâ O Besteler Çalınır…

Bir ney üstadı, bir virtüöz olarak şöhret kazanan Niyazi Sayın, eskilerin tabiriyle bir hezarfendi. Geleneksel olanı bütün incelikleriyle tesahüp eden ama aynı zamanda modern olana yönelen bir hezarfen. Mustafa Düzgünman’dan, muhtemelen Necmettin Okyay Efendi’den de el alıp geliştirdiği kendine mahsus ve “yeni” ebru yapma tekniklerini duymuş, bazı örneklerini de görmüştüm. Ve tesbihçiliğini… Onlar da bizim için zevk itibariyle temaşalık, usul itibariyle öğreticiydi. Daha yakın senelerde öğrendiğim bir başka hususiyeti de Hamzavî Melâmîliği silkindeki yeri oldu.

Bizden Size

Beyrut’un güneydoğusundaki Şuveyfât semtinin merkezinde, krem rengi bir kubbe ve bu kubbenin altında gösterişli bir mermer lahit vardır. Burada, Osmanlı’nın son döneminde yaşamış en önemli Arap mütefekkirlerden Emîr Şekib Arslan (1869-1946) yatar. Hayatının sonuna kadar İslâm birliği ve ümmet idealine sadık kalan Emir Şekîb Arslan, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaması için kendi çapında mücadele etmiş bir isimdi. II. Abdülhamid’e hayranlıkla bağlı olan Emir Şekîb, manda yönetimi başladıktan sonra Fransızlar tarafından Bilâdüşşâm’dan sürgün edilmiş, Avrupa’da yaşadığı sürgünün zorlukları da onu ideallerinden vazgeçirememişti. Emir Şekîb’in ümmet ufku, mağribden maşrıka kadar, coğrafyanın tamamını kapsıyordu. Gittiği her yerde bunun için çalışmış, önder şahsiyetlerle işbirliği yapmış, hiç...

Harem-i Hümâyun’da Musiki – 2

Osmanlı sarayının kalbi olan Harem sanatın, özellikle de musikinin filizlendiği bir merkezdi. II. Selim’den başlayarak III. Murad, IV. Murad ve IV. Mehmed dönemlerine uzanan süreçte padişahların, valide sultanların ve hanım sultanların ilgisiyle şekillenen bu kültür ortamı hem sarayın ihtişamını hem de dönemin sanat anlayışını gözler önüne serer. Osmanlı’nın siyasî ve askerî gücü kadar, estetiğin ve sanatın da zirveye ulaştığı bir çağda musiki sarayla halkı, gelenekle yeniliği buluşturan bir köprü olmuştur âdeta.

İşkodra’nın İncisi Parruce Camii

Arnavut mimar, ressam ve fotoğrafçı Kole Idromeno tarafından 1910 yılında yakalanan bu kare sayesinde İşkodra şehrinin kalbine kondurulmuş; namaz vakitlerinde, bayramlarda ve cenazelerde halkın buluşma yeri olan Eski Parruce Camii’ni tanıma şansı buluyoruz. Ne yazık ki eser bir süre sonra zamana yenik düştü. İşkodra Müftüsü Salih Efendi ve halkın katkılarıyla 1936’da yeniden yapıldı ancak bu defa da 1967’de komünist rejimin gadrine uğradı. Tekrar inşa edilerek 2007’de ibadete açılan cami, yeni çehresiyle İşkodralıları bağrına basmaya devam ediyor.

Zeytinburnu’nda Tarih Yazan Bir Merkez Kazlıçeşme Sanat

Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet devrinde İstanbul’un Batı’ya açılan kapısı konumundaki Zeytinburnu, tarihî bir binada hizmet veren Kazlıçeşme Sanat’a ev sahipliği yapıyor. Bir sanat merkezi olmanın yanı sıra, Geç Roma-Erken Bizans dönemine tarihlenen dev mozaiğe ve lahite ev sahipliği yapan Kazlıçeşme Sanat, kapılarını ve sırlarını Derin Tarih okurlarına açtı.

Bizden Size

Tarihte Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin Salahaddîn Eyyûbî’nin gölgesinde kalışı gibi, Selçuklular da Osmanlıların gerisinde ve gölgesinde kalmıştır. Hâlbuki Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerine sağlam bir şekilde bastığı zemini tümüyle Selçuklular dokumuş, Osmanlı bahçesinde açan bütün çiçeklerin tohumlarını Selçuklular ekmiştir. Tarihi böyle bir süreklilik ve devamlılık içinde ele almadığımız takdirde, düşünce ufkumuzda kopuş ve dağılışların yaşanması kaçınılmazdır. Derin Tarih olarak bu sayımızda, İslâm medeniyetinin Selçuklular döneminde temelleri atılan çok önemli bir boyutunu, tasavvufun bir kurum ve ilim dalı halinde kökleşmesini ve sistemleşmesini ele alıyoruz. Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi gören Selçuklu asırları, İslâm coğrafyasının farklı havzalarının iç içe geçerek harmanlandığı, dengesini ve...

İngiliz Sömürge İdaresi Kalküta Medresesi’ni Neden Kurdu?

İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin kurduğu Kalküta Medresesi, sömürge idaresinin yerel bilgiye ve İslâmî geleneğe yaklaşımının somut göstergelerinden biriydi. “Faydalı öğretim” adı altında şekillenen bu politika, hem yerel hassasiyetleri gözetiyor gibi görünmüş hem de Müslüman toplumları İngiliz yönetimine entegre etmenin aracı hâline gelmişti. Buna rağmen medreseler, iki asra yaklaşan bir süre boyunca kültürel ve fikrî bağımsızlığın en önemli dayanakları olarak varlıklarını sürdürdü.