Bizden Size

Tarihçiler ve dilbilimciler, Lübnan’ın isminin, sırtını yasladığı bembeyaz karlı dağlardan geldiğini söyler. Sâmî lisanlarında “l-b-n” kökü gerçekten de beyaz ve beyazlık anlamına işaret eder. Aslen süt demek olan leben, bugün modern Arapçada yoğurt ve ayran için kullanılır mesela; bir peynir çeşidi olarak “labne” de yine bizim bildiğimiz kelimelerdendir. Etimolojinin sürprizlerle dolu koridorlarında dolaşmak çok keyifli. Ancak Ortadoğu’nun en sıra dışı ve fizikî açıdan en güzel ülkesi olan Lübnan’ın bugünkü durumu, keyif kaçıracak birçok detayı barındırıyor. Öyle ki, Lübnan denildiğinde akla neredeyse güzel ve olumlu hiçbir nokta gelmiyor. Hadiseleri sadece “sıcak gelişmeler” bağlamında değerlendirenler için, Lübnan’ın hatırlattığı tek şey, bitmek bilmeyen...

Fevzi Kavukçu’nun Ortadoğu’daki İlginç Serüveni-II

1925’te Hama’da Fransızlara isyan bayrağını açarak Suriye ayaklanmasını başlatan Fevzi Kavukçu, önce Osmanlı’ya, sonra Emir Faysal’a, ardından Fransa’ya, sonra Suriyeli milliyetçilere, II. Dünya Savaşı sırasında Almanlara ve en sonunda da İngilizlere sadakat göstermiş ilginç bir simaydı. Suriye isyanına liderlik ettikten sonra Fransız Manda idaresi tarafından kendisi hakkında verilen idam kararından kurtulmak üzere destek toplayabilmek için İstanbul’a gelen ancak burada aradığını bulamayınca yönünü Suudi Arabistan’a çevirerek kendisini Pan-Arabizm davasına adayan Fevzi Kavukçu’nun geçtiğimiz ay yer verdiğimiz şaşırtıcı serüveninin ikinci bölümünü paylaşıyoruz.

Kitaplara Meftun Bir Sultan

Siyasî ve idarî açıdan Osmanlı devlet sisteminin bozulmasına sebebiyet veren kararlara imza attığı yönünde eleştirilse de 1574-1595 yılları arasında tahtta bulunan Sultan III. Murad devrinde kültür ve sanatta klasik formun zirveye ulaştığı söylenebilir. Sanatı ve sanatçıları himaye eden III. Murad’ın bir özelliği de elinde kitabıyla portresini çizdirecek kadar kitaplara düşkün olmasıdır. Kütüphanesinde onun arzusuyla telif ve tercüme edilen 345 eser vardır. Kitaplara düşkün bir Osmanlı padişahı neler okurdu, diye merak ediyorsanız listeyi birlikte inceleyelim.

Hatıralar Arasında D. Mehmet Doğan’ı Yâd Etmek…

Ölümün, ecelin değişmeyen bir sırası, kendine göre bir sıradüzeni var. Bizim bilmediğimiz bir sıra, bir kader sırası bu. Hayatında pek sağlık problemleri yaşamayan rahmetli D. Mehmet Doğan’ın 11 Ağustos 2024 Pazar günü ebedî yolculuğa revan olması da esrarını ve ana mantığını bilmediğimiz o sıranın, ileriye veya geriye alınma ihtimali olmayan mutlak kaydın, o harika Türkçe ifade ile alın yazısının bir parçası… Alfabesi çözülemediği için hâlâ okunamayan bir yazı bu…

Bizden Size

İstanbul’un Aksaray semti Çakırağa Mahallesi nüfusuna kayıtlı İdris Sabih Efendi, Dârulfünûn Hukuk Mektebi’ni bitirmesine iki ay kala askere alındığında, tarihler 10 Ağustos 1914’ü gösteriyordu. Birinci Cihan Harbi patlak vermiş, imparatorluğun gencecik nesilleri cepheden cepheye savrulmuştu. İdris Sabih’in talihine ise 6. Ordu bünyesindeki Medine Kuvve-i Seferiyesi düşmüş, birinci şubede Fahreddin Paşa’nın sır kâtibi olarak görevlendirilmişti. Medine-i Münevvere’de kaldığı süre boyunca, fıtraten zaten duygusal bir insan olan İdris Sabih’in Hz. Peygamber’e bağlılığı aşk seviyesine yükseldi. Fahreddin Paşa’nın idare ettiği meşhur “Medine Müdafaası” sırasında komutanından bir an bile ayrılmayan İdris Sabih, nihayet mütareke imzalanıp da Medine’den çekilmek mecburiyeti doğunca, duygularını çok içli bir...

İstanbul’daki Kadem-i Şerîfler İçin Yazılan Manzûmeler

İstanbul’da altısı Hırka-ı Saâdet’te, üçü III. Mustafa ve I. Abdülhamid türbeleri ile Eyüp Sultan’da olmak üzere dokuz kadem-i şerîf bulunmaktadır. Bu kadem-i şerîflerin bulundukları yeri incelediğimizde hepsi için bir manzume yazıldığını görürüz. Beş manzumeden ikisinin şairi Sultan Ahmed ve III. Selim iken, diğerlerinin kim tarafından yazıldığı bilinmemektedir. Sultanlar tarafından kadem-i şerîflere manzumeler yazılması Osmanlı toplumunda Hz. Peygamber’e (sas) duyulan muhabbetin bir göstergesidir.

Mukaddes Emanetler Üzerinden Birkaç Meseleyi Müzakere Etmek…

Cumhuriyet devrinde ve -“dinî” eğitim dahil- yeni eğitim süreçlerinden geçmiş kişiler nezdinde Mukaddes Emanetler’in müzakere edilme tarzı ve istikameti de değişti. Bu yeni başlıklardan ve farklı ele alma tarzlarından biri “doğru bilgi” merkezli olarak Mukaddes Emanetler’in mevsukiyeti yani İslâm’ın ilk döneminden, Hz. Peygamber devrinden bugüne kadar intikallerinin mümkün ve gerçek olup olmadığı meselesidir. İkincisi ise -muhtemelen daha önemlisi- mukaddes/kudsî/kutsal ile mübarek/teberrük kavramlarıyla irtibatlı olarak “Mukaddes”/ “Mübarek” Emanetler meselesinin İslâm dinindeki yerini yeniden ve umumiyetle zayıflatarak ele almaktır.

Fransızlara İsyan Bayrağı Açan Bir Osmanlı Subayı Fevzi Kavukçu

Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı sonrası bölgeden çekilmesinin ardından Ortadoğu önce Avrupa devletleri tarafından işgal edildi. Manda yönetimine gösterilen reaksiyonlar ise emperyalist güçleri bölgede kukla devletler kurmaya sevk edecekti. Bu süreci en acı şekilde tecrübe eden ülkelerden biri de Suriye oldu. Bu dönemde isyanlara önderlik eden isimlerin çoğunlukla Osmanlı ordusunda görev yapmış eski Osmanlı subayları olması dikkat çeker. Bunlardan biri de Hama’da Fransızlara isyan bayrağı açan Fevzi Kavukçu’dur.

Bizden Size

Osmanlı İmparatorluğu’nun gurûb vaktinde tahta oturan Sultan II. Abdülhamid, dünyayı hem yakından takip ediyor hem de dağılmakta olan devleti bir arada tutmanın çarelerini arıyordu. Onun şu sözleri, en uzakları bile yakından takip ettiğinin delilidir: “Bize sulh ve sükûnet nasip olsa… Fakat büyük devletler, geniş teşkilatlı imparatorluğumuzu inşa edecek ne zaman bıraktılar, ne de sükûnet! Bize de hiç olmazsa on senelik bir sulh tanınsa Japonların -Meiji devriminin başlangıcından beri- o kadar methedilen terakkîlerini biz de yapabilirdik. Onlar Avrupalıların pençelerinden uzak olduklarından, bize nazaran bahtiyardırlar, emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz, tam Avrupalı sırtlanların geçiş yerine çadırımızı kurmuşuz.” Japonya sadece bir terakkî numunesi...

Vakıf Arazileri Misyonerlere Nasıl Satıldı?

Bazı vakıf arazilerinin misyonerlerce satın alınması, vergi ve gümrük kolaylığı, yabancı yayınlardan sansürün kaldırılarak basın-yayın ve eğitim-öğretim özgürlüğünün genişletilmesi, ayrıca iletişim araçlarına ulaşımın önündeki engellerin giderilmesi Sultan II. Abdülhamid döneminin sona ermesiyle birlikte II. Meşrutiyet yönetiminin misyonerlere sağladığı ehliyet ve kolaylıkların başında gelir. Ancak tarih, Sultan II. Abdülhamid’in, yabancılara, özellikle de misyonerlere karşı benimsediği katı tavrında ve tedbirli tutumunda ne kadar haklı olduğunu gösterecektir.

Derin Tarih