İmparatorluğun altın çağını yaşadığı 16. yüzyıldan, güç kaybettiği 19. yüzyıla kadar Osmanlı topraklarını gezen Avrupalı seyyahların seyahatnamelerinde İstanbul hususi bir yer tutar. Saray, cami, çeşme ve hamam gibi mimarî yapıların yanı sıra Osmanlı hanedanının hayatı, Türklerin yeme-içme, giyim-kuşam gibi günlük pratikleri de yabancıların ilgisini çeken hususlardandır. Seyyahların ayrıca İstanbul’daki gayrimüslimlerle ve dinî hayatlarıyla da yakından ilgilendikleri eserlerinden anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede, 16. yüzyılda Stephan Gerlach’ın Türkiye Günlüğü adlı eseri ile 17. yüzyılın meşhur Fransız seyyahı Joseph de Tournefort’un seyahatnamesi öne çıkar. İngiliz kraliyet ordusuna mensup bir subayın kızı olan Miss Pardoe’nun 19. yüzyıl İstanbul’unda geçirdiği dokuz ay boyunca tuttuğu notlar da ehemmiyet arz etmektedir.
Öncelikle üç müellifin de Osmanlı’nın fetihler ve seferlerle asırlarca korku saldığı Avrupa’da yetiştiğinin ve Osmanlı’ya oradan baktığının açıkça hissedildiğini belirtmeliyiz. Dolayısıyla kimi meselelerde menfi bir yaklaşım kendini belli eder. Yöneticilerin Müslüman olması, seyyahların bu topraklarda yaşayan Hıristiyanları çoğu zaman mazlum olarak tasvir etmelerine neden olmuştur. Dikkat çeken bir diğer husus, gayrimüslimlerle ilgili bilgilerin, Avrupa’nın Osmanlı’ya yönelik stratejisine göre değişmesidir. Daha enteresan olanı, hepsi Batılı olan bu seyyahların, dindaşları da olsa, Doğu Hıristiyanlarına yönelik aşağılayıcı bakışıdır.
Protestan din adamı Stephan Gerlach’ın 1573-78 yılları arasında tuttuğu notlar, torunu Samuel Gerlach tarafından derlenerek 1674’te Frankfurt’ta yayınlanmıştır. Avusturya kralı II. Maximilian tarafından İstanbul’a elçi olarak gönderilen Sonnek ve Preyburg Kontu David Ungnad’ın heyetinde vaiz olarak görev yapan Gerlach’ın, Batılı entelektüellerin Osmanlı’yla ilgili kanaatlerini de aktardığı görülür. Osmanlı’yla ilgili nihai fikri, eserinin sonundaki şu mısralarda özetlenmektedir:
Türkiye Günlüğü burada sona erdi
Allah da Türk devletini sona erdirsin
Bu aşağılayıcı tavırdan Doğu Hıristiyanları da nasibini almıştır. Her şeye rağmen, beş yıl kaldığı İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlerin inançları ve dinî hayatıyla ilgili önemli tanıklıklara sahip olduğunu belirtmek gerekir. Bilhassa İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’nin temsil ettiği Ortodoks Kilisesi ve Rumlar ilgisini çekmiştir. Bir Protestan olan Gerlach, söz konusu cemaate ait inanç ve dinî ritüelleri kendi inançlarıyla mukayese etmeyi de ihmal etmez. Rum tebaa ve Ortodoks Kilisesi’yle ilgilenmesi tesadüfi olmayıp Ortodoks Kilisesi ile birleşme hususunda bazı hesaplar yaptığı anlaşılmaktadır. Bu amaçla, dinî meseleleri tartışmak üzere sık sık Patrikhane’ye gitmiştir.
Dönemin patrik ve metropolitleriyle yaptığı görüşmelere binaen şunları kaydeder: “Buradaki metropolitlerden hiçbiri eski Grek dilini bilmiyormuş. Grekçe ile ilgili bütün işleri din adamı olmayan iki kişi yapıyormuş, çünkü ruhanilerden hiçbiri bu konuda yeterli bilgiye sahip değilmiş… Kısacası, Rumların din adamları arasında Theologia, yani din bilgini pek bulunmuyor.”