Kırk yıl arayla yazılan iki şiir, Türk ulusçuluğunun 20. yüzyıl serencâmını yüzlerce tarih ve toplumbilim çalışmasından daha çarpıcı bir biçimde özetliyor. Önce, Türk milliyetçiğinin kitabını yazan Ziya Gökalp (“Turan”, 1910):
Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan.
Sonra, Türkiye’de sadece yeni bir şiir akımını değil, aynı zamanda, toplumsal etkinliğin eksenini camiiden piyasaya, metafizikten bilime kaydıran yeni bir dünya görüşünü temsil eden Garipçiler… (“Alış Veriş”, 1949):
Şarkı verir türkü alırız
Lisan verir dil alırız
Tespih verir pergel alırız
Meta verir fizik alırız
Hemşehri verir yurttaş alırız
Turan verir memleket alırız.
Gökalp, Genç Kalemler dergisinde yayınlanan şiiri için şöyle demişti: “Osmanlıcılıktan da, İslam İttihatçılığından da memleket için tehlikeler doğduğunu gören genç ruhlar kurtarıcı bir mefkûre arıyorlardı. Turan manzumesi bu mefkûrenin ilk kıvılcımı idi.” Kurtarıcı bir mefkûre peşindeki genç ruhların Turan arzusu Balkan bozgunu ile şiddetlense de, Sarıkamış bozgunu ile sönükleşti. Halide Edib’in iki yıl sonraki ifadesiyle “Yeni Turan” geniş bir coğrafyayı kuşatmaktan vazgeçip, “Anayurt Anadolu”ya fit oldu. Cumhuriyet’in “içtimaî jeoloji merkezi” mabetten markete kaymış nesilleri içinse yeni mefkûre bir Salı Pazarı alış verişinden ibaretti: Tespih verip pergel alıyor, Turan verip memleket alıyorlardı. Pazar ola Hasan Bey!